Perşembe, Nisan 03, 2008

Hüseyin Manzak (Samsun) anlatıyor…

Kendisine hacı baba diye hitap ettiğimiz Hacı Abdurrahman Efendi ile 1960 lı yıllarda tanıştık. Kendisi çok vakur, heybetli, hakikati çekinmeden söyleyen ve hiç bir şeye tenezzül etmeyen bir zattı.
Biz o zamanlar çok çekingendik. Hocamızın yanında bir şey demeye cesaret edemezdik. Bundan dolayı yanına gidince bir kenarda oturup anlatılanları dinlerdik. 1969 da Milli Nizam Partisinin teşkilatlanması ile ilgili faaliyetlerde bulunmaya başlayınca yapılacak işler hakkında istişarede bulunmak için her hafta Samsun’dan Trabzon’a ziyaretine gittim. Bu vesile ile çok sık ve daha rahat olarak görüşmeye başladık.
Gerek bu esnada, gerekse değişik zamanlarda şahit olduğumuz bazı halleri vardır ki bunlar iki kişi arasındaki özel haller ve şahadetler olduğu için söylemeye gerek yoktur. Ama bazı hatıralarımız anlatmak gerekirse:
Bir gün Efendi Hazretleriyle Kastamonu üzerinden Zonguldak ve İstanbul seyahatim oldu. Kastamonu’dan geçerken Hacı Şabanı Veli hazretlerini duyup duymadığımı sordu. Ben de ilk defa bu yoldan geldiğimi dolayısıyla bilgimin olmadığını söyledim.
Bana onun kabrine giden yolları tarif etti ve hayatı hakkında kısa bilgi vererek “Buraya gelip de bu zat ziyaret edilmeden geçilmez” buyurdu. Hacı Şabani veli Hazretlerinin Halveti tarikatının pirlerinden olduğunu söyledi. Ve beraberce ziyaretine gittik. Bundan sonra 11 sene İstanbul’a gidişlerimde daima Kastamonu üzerinden giderek Hacı Şabani veli Hazretlerinin kabrini ziyaret ettim.
Zonguldak’ta birkaç gün kaldık. Bu esnada Hacı Abdurrahman Efendinin şahit olduğum bazı hassas davranışları çok dikkatimi çekti. Bunlardan hatırladıklarımı kısaca zikredeyim.
Zonguldak’a bir zatın evine davet edilmiştik. Davete gittik. Bizi aldıkları odaya girince masanın üzerinde Cumhuriyet gazetesi vardı. Hacı baba görmeden gazeteyi alarak masanın altına koydum. O akşam orada sohbet ve hatim yaptık. Hatimden sonra Hacı baba müsaade aldı ve evden ayrıldık. Halbuki bu akşam oraya kalmak üzere gelmiştik. Yolda giderken Hacı baba, görmeden kaldırdığım gazeteye atfen “Evladım o gazetenin olduğu yerde yatılmaz” diyerek İslam dışı görüşlere itibar edilen yerlerden uzaklaşmak gerektiğini bizlere hatırlatmış oldu.
Yine Zonguldak’ta ihvanımızdan birinin evine davet edilmiştik. O akşam Hacı baba orada kalacak ben ise başka bir yerde kalıp sabahleyin kendisini evden alacaktım. Ben hatimden sonra ayrıldım. Ertesi sabah Hacı babayı almak üzere belirlediğimiz saatte evin önüne gittim. Bir saat beklememe rağmen gelen giden yoktu. Daha sonra evin kapısını çalıp Hacı babayı sorunca onun akşam geç saatlerde gittiğini söylediler. Ben şaşırmış bir şekilde geri döndüm. Merkez caminin yanından geçerken Hacı baba’nın ilk akşam misafiri olduğumuz İmam Efendinin evinden çıktını gördüm. Nerede kaldığımı sordu. Ben de bir saatten bu yana akşamki evin önünde beklediğimi söyledim. Meğer, çok titiz bir insan olan Hacı baba biz dağıldıktan sonra abdest almak için lavaboya gidince yerleri ıslak görmüş. Evde küçük çocuklar olduğu için bu durumdan rahatsız olmuş ve oradan ayrımış.
Zonguldak’ta 4 gün kaldık ve birçok kişi ders aldı. Bir kardeşimize de ders açma izni vererek oradan ayrıldık.
Dönüşte Zonguldak Merkez Camiinin imamı da bizimle geldi. İmam Efendi yol üzerinde bulunan Kozlu’dan amcasının oğlu ve yeğenini de yanına alarak bizimle Düzce’ye kadar geldi.
Kozlu’ya uğradığımız zaman Kozlu Merkez Camiinin imamı Hacı baba’dan ders almak istedi. Hacı baba da “inşaallah daha sonra” diyerek İstanbul’a doğru yolumuza devam ettik. İstanbul’a gidince Hacı babayı mahdumu Sadettin beyin yanına bıraktım ve ben karayoluyla, Hacı baba ise uçakla Samsun’a döndük.
Samsun’da Hacı baba’yı karşıladık. Her zaman olduğu gibi ihvanımızın önde gelenlerinden Hacı Şuayb KOSİF Efendi'nin evine gittik. Hacı baba Samsun’da kaldığı zamanlarda her nereye giderse gitsin yatmak için kesinlikle Hacı Şuayb’ın evinde kendisi için ayrılan misafirhaneye gelirdi.
Bir gün Hacı baba ve Hacı Şuayb ile beraber Trabzon’a gitmek üzere hareket ettik. Bulancak’ta Hacı Şuayb Efendi’nin akrabalarından birine uğradık. Orada hatim yaptık, bazı kişiler de intisap edip ders aldılar. Hatim esnasında bir kişi hatim halkasının dışında kaldı. Bunun üzerine Hacı baba bana “ona söyle halkaya girsin” dedi. Durumu o kişiye anlatınca o “ben başka yerden dersliyim” dedi. Durumu Hacı babaya iletince Hacı baba ona hitaben “sen aldıklarını bana ver ve burada oturarak dersini al” dedi. Bunun üzerine o kişi de halkaya girdi.
Oradan Giresun’a geçerek hepimizin tanıyıp sevdiği, fare düşse başı yarılacak kadar sade döşenmiş bir evde mütevazi bir hayat yaşayan Hacı Harun amcaya uğradık. Giresun’da Hacı babanın bir çok seveni olduğu halde o kalmak için daima burayı tercih ederdi. Daha sonra Hacı babayı Trabzon’a getirerek Samsun’a döndüm.
Son hatıralarımdan birisi de şudur. Vefatından iki ay evvel yani 1972 yılı Temmuz ayında Samsun’a gelmişti. O akşam hatim bizim evde ve çok kalabalıktı. Ertesi gün dükkanımıza uğradı ve "akşamki ev sizin miydi" diye sordu. Evet deyince, "çok güzel güle güle oturunuz" dedi. Ve yeleğin cebinden bir esans şişesi çıkararak bana hediye etti. Hacı baba bu seyahati esnasında aşağıda anlatacağım şekilde ömrünün sona erdiğini bize işaret etti ise de bizler uyanamadık.
Bana “Zonguldak seyahatimiz esnasında Kozlu camiinin imamına ders vermediğimiz için hala pişmanım” dedi. Ben ”İnşaallah bir daha ki sefere nasip olur” dedim. O “bir dahaki seferin olmayacağını” buyurdu. Yine bize “Necmeddin size benim yokluğumu aratmaz” buyurdu. Fakat biz bunda gizli hakikati anlayamadık.
O an arabam yoktu. Fakat Hacı baba “Kalk gidelim” deseydi, hemen borç harç bir araba alıp yola düşecektim. Fakat o Samsun’dan Trabzon’a geri döndü. 1,5 ay sonra da vefat etti.
Bir Cuma günü İstanbul’da iken Remzi Gör isimli bir ihvan kardeşimiz “Hacı Abdurrahman Efendi İstanbul’da” dedi. “Gel ziyaretine gidelim” deyince “Ben Cuma namazına Fatih camiine gideceğim. O Süleymaniye camiinde kılar” dedi. Bunun üzerine ben Süleymaniye camiine gittim. Şadırvanda abdest alırken Hacı babanın da yanıma gelip abdest aldığını gördüm. O da yanıma geldi. Ben abdest alıp kalkarken o da kollarını kuruluyordu. Derhal giymesi için şadırvana asılı paltosunu tuttum. Önce sol kolunu giydi ve bana “biz malulüz onun için sol kolumuzu önce giymekteyiz” buyurarak Batum harbinde sol omzundan yaralandığını ve istediği gibi hareket edemediğini söyledi.
Beraberce camiye girdik. Daha önceleri bana “camiye gittiğiniz zaman minberin sağında oturun” derdi. Kendiside bize dediği gibi gitti ve minberin sağında oturdu. Bende yanına oturdum. 15 dakika sonra Fatih’e gideceğini söyleyen Remzi Gör’ün de arka safta olduğunu gördüm. Cemaat dağılınca Hacı babanın etrafında 50-60 kişilik bir halka oluştu. Hacı baba onlara “buraya gezmeye gelmediniz haydi herkes işinin başına gitsin” dediyse de pek ayrılan olmadı. Kısa bir sohbetten sonra kalkarak Süleymaniye camisi civarında bulunan Ahmet Ziyaeddin Gümüşhanevi Hazretlerinin ve halifelerinin kabirlerini ziyaret ettik. Kabrin yanından ayrılırken “Allah buraları imar edenlerden razı olsun” buyurdu.
Remzi Gür’le biz Demokrat partinin hizmetleri noktasında bir türlü uyuşamazdık biz “D.P. halkı oyaladığını” söylerdik, o ise buna karşı çıkardı. Hacı baba’nın bu sözü üzerine bana dönerek istihzalı bir şekilde “gördün mü” gibisinden siteme başladı ve “Efendi Hazretleri dua etti sen ise beğenmiyorsun” dedi. Tam o anda Efendi Hazretleri “ama büyüklerini rahatsız ettiklerinden dolayı cezalarını da buldular” buyurdu. O zaman ona dönerek “Şeyhim böyle buyuruyor” dedim.
Yine bir seyahatimiz esnasında Taşköprüye gitmeden Hacı baba “Boyabatta abdest tazeleyelim” dedi. Hacıbaba abdest almaya gidince ben de arabada sabun olmadığı için hemen yakındaki bir bakkaldan sabun aldım. Lavaboya gelince kendisine sabunu verdim. Bana “benim cebimde sabun vardır. Sizde sabunsuz gezmeyin” buyurarak temizliğe verdiği öneme bir kez daha dikkatimiz çekmişti. .
Daha sonra camiye gittik bana “ben malulüm namazları münferit ve iki rekat olarak kılalım” dedi. Namazdan sonra doğru düzgün bir lokanta aradıysak da bulmamız mümkün olmadı. Neticede köhne bir yerde oturduk. Ben rahatsızım bir şey yemiyorum. O yemek yerken arkasında kalan yaşlı bir adam el kol işaretiyle bana “bu adam senin neyin” diye soruyor. Ben daha cevap veremeden Hacı baba geriye dönerek “Ne soruyorsun. Hem babası hem de hocasıyım” buyurur.
Hacı babanın vefat haberini duyunca bir taksi kiralayıp 2.5-3 saat gibi kısa bir zamanda Trabzon’a gittim. Eve gelince beni cenaze yıkanan odaya sokmadılar. Daha sonra Hacı babayı görmek üzere odaya girdim. Orada Ahmet Yaşar Hocaefendi ile görüştüm, sakalları simsiyahtı. Kendisini de hiç tanımadığımdan bu zat kimdir diye merak etmiştim. Daha sonra onun Ahmet Yaşar Hoca efendi olduğunu öğrendim. Hoca efendi ile dostluğumuz o gün başladı, inşallah ölünceye kadar devam eder. (Bu arada Ahmet YAŞAR Hoca efendi söze müdahale ederek “İnşallah Cennette de dostluğumuz devam eder” buyurdu.)
Cenazede çok büyük bir kalabalık oldu. Vasıtalar şimdiki Sigorta Hastanesinin yanından ileri geçemediler. Oradan kabre doğru adeta karınca misali bir insan seli akıyordu. Yokuşları aşarak. Kabrin olduğu yere geldik ve Şeyhimizi istirahatgahına bırakarak gözlerimiz yaşlı gönüllerimiz hüzünlü bir şekilde geriye döndük.
Hacı baba Samsun’a gelince biz kimseyi hatim var diye aramazdık. Bir kişiye giden haber derhal yayılır ve akşam cemaat eve sığmazdı.. O zaman Elemneşrahleke taşı dağıtılınca herkese taşlar yetmezdi. Bu günlerde ise halimiz görülmektedir. Hacı baba Samsuna gelince Hacı Şuayp yanında olmadan hiçbir yere hatme gitmezdi. Ve ondan sonra o günkü ahenk ve huzur hiçbir zaman olmadı.
Bir hususa daha dikkat çekmek isterim. Hacı baba aynı zamanda insanların evlerde yapılan toplantılarda asla külfet altına girmesini istemezdi. Bundan dolayı hatimlerin peşine bir şeker dağıtarak ikram faslını tamamlatırdı.
Zonguldak’tan İstanbul’a giderken İzmit’te bir yerde yemek yedik. O ellerini yıkamaya gidince ben yemek paralarını ödedim. Gelişte kendisi de ödemek istedi. Çünkü o kimsenin masrafa girmesini de istemezdi. Fakat hesabın ödendiğini görünce “Evlatlar büyüklerine hizmet için yetiştirilir. Bizim paramız cebimizde küflenmesin” buyurarak kendisi için hiç kimsenin masraf etmesine razı olmazdı.
Samsun’da birkaç kişi ile samimiyetimiz bozulmuştu. Trabzon’a gidince bu hususta nasıl davranmam gerektiğini İslam’da “üç günden fazla küs durmayın” emrinin manasını öğrenmek için Hacı babanın yanına gittim. İçeri girince tahiyyatta ki gibi oturdum. “kalk iskemlede otur” dedi ve lokum ikram etti. Gitmek istediğim halde sohbet dolayısıyla kalkamadım, durum müsait olmadığı için sormak istediğim hususları da bir tülü soramadım. Akşam da Samsun’a dönmem lazımdı fakat bir şey de diyemiyorum. Sohbetin bir yerinde Hacı baba “beni seveni o kadar severim ki haddi yoktur. Beni sevmeyeni de hiç sevmem. Bana bir adım gelene dört adım giderim, kötüden de ateşten kaçar gibi kaçarım.” Dedi. Böylelikle benim soracağım şeylerin cevabını almış oldum. Anladım ki bir adam kötüyse onunla samimi olacaksın diye bir mecburiyet yok.
Trabzon’a gelince Çarşı Camiinin önündeki oğlu Hafız Ali’nin dükkânına gelirdi. Bir defasında bana ”Tezkiretül Evliyayı” isimli menakıp kitabını tavsiye etti. Aldım ve okudum.
O günlerde Samsun’da Nizam Partisi teşkilatı bir türlü kurulamıyordu. Kendisini ziyaret ettiğim bir gün bu işi ağabeyim mi yapsın diye sordum. Bana “Abin para kazanıp İslam davası için harcayacak, İslam VARLI bey ise teşkilatı kuracak” dedi. Biz Ali Rıza ÖZTÜRK hocaya ısrar ettiğimizi fakat kabul etmediğini söyleyince “o hafız efendiyi serbest bırakın, günü gelince o çok büyük hizmetler yapacaktır” dedi. Hakikaten Selamet Partisinin kuruluşu esnasında Ali Rıza ÖZTÜRK hoca çok büyük gayret göstermiş ve davayı sırtlayıp ileriye doğru getirmişti. Hatıralar ne anlatılacak ne de unutulacak gibi değil.
İhvandan bir dişçi kardeşimiz vardı. Hacı babayı görmek isteyince motosikletiyle Trabzon’a giderdi. Bir keresinde Trabzon’a giderken Beşikdüzü’nden babamı da aldı. Hatta babamın takkesi başından uçmuştu. Yolda birazda et aldı. Babam bu etleri ne yapacağız deyince ve “Hacıbaba ile beraberce pişirip yiyeceğiz” dedi. Eve gidince bahçede hem pişirip hem yediler.
Aklıma bize anlattığı bir olay geldi. Onu da ifade etmek isterim. Osmanlı'nın son devirlerinde abisiyle beraber ilim tahsili için memleketinden ayrılan Hacı baba Medine’den Mekke’ye deve ile yolculuk ettiklerini ve 27 yerde konakladıklarını söyledi. Yolculuk esnasında develerin üzerindeki yüklüklerde abisiyle beraber namazlarını cemaatle kıldıklarını söyledi.
Cihan harbi başlayınca babaları onlara “Oraların size ihtiyacı yok, buralar ise sizlere muhtaçtır. Bundan dolayı haccınızı yaparak geriye dönün, paranız yoksa Trabzon delilinden yeterli parayı alıp gelin” diye haber yollar Bunun üzerine iki kardeş geri döner. Demek oluyor ki aile olarak oralarda da tanınıyorlardı ki bir delilden yol parası isteyebiliyorlardı. Bu bize o devirlerde Müslümanların birbirlerine güvenlerinin oldukça ileri seviyede olduğunu da göstermektedir. Şimdi böyle karşılıksız yardım edenler nerede kaldı.
O güzel devirlerden sonra siyasi ayrılıklar başladı ihvan kardeşliği de maalesef bitti. Bir ömürlük hatıralar böyle kısa zamanda anlatılıp bitirilemez ve her şeyde insanın aklına bir anda gelmez. Bazı hadiseler o günkü hatıraları insana hatırlatır. Şu an için anlatacaklarım acizane bu kadardır.

Hiç yorum yok: