Çarşamba, Şubat 04, 2009

OSMAN DEMİRCİ HOCA EFENDİ HAYATI

Âlimin ölümü âlemin ölümü gibidir



Hz. Peygamber, “Bir memlekette ulema ile ümera yani âlimler ile idareciler arasında uyum olursa, o memleket huzur ve emniyete kavuşur; aksi takdirde düzen sarsılır ve huzur bozulur.” buyurmuş.



İşte 19 Ağustos Perşembe sabahı, Türkiye, memlekette huzurun temel taşlarından birini kaybetti ve maalesef bu zat, âlimler cephesinden biriydi: Osman Demirci Hoca'mız. Bütün ömrünü ilme, ilim adamlarına ve Kur'an'ın düsturlarını anlatmaya vakfeden hocamız, 77 yaşında Rabbinin Darü's-Selam'a olan davetine icabet etti.



Osman Demirci Hoca'mız, 1927 yılında Erzurum'un Ovacık nahiyesi Sırlı köyünde dünyaya gelmiş ve hafızlığını kendi köyünde tamamlamıştı. Kur'an'ın her ayetini Fâtiha gibi okurdu. On yılın üzerinde Suffa Vakfı'nda yaptığımız iman ve Kur'an dersleri sırasında benim hafızlığımın zayıflaması sebebiyle hatırlayamadığım ayetleri, “Eğer aranızda genç hafızlar kalmadıysa ben yardım edeyim.” diyerek hemen hatırlar ve okurdu ve bundan da büyük lezzet alırdı.



Erzurum’un güllerinden bir güldü



Erzurum, 1930'lu ve 1940'lı yıllarda yani Türkiye'nin kaht-ı rical vakitlerinde ve manen çorak zamanlarında manevi açıdan mümbit bir zemindi. Fıkıhta zirvede olan Müftü Sakıb Efendi'ler, kelam ve usulde söz sahibi olan Solakzade Sadık Efendi'ler, bunların yetiştirdiği fıkıh dâhileri Ömer Nasuhi ve Osman Bektaş Hoca'lar ve nihayet daha genç nesil Mehmed Kırkıncı Hoca'mız, Osman Demirci Hoca'mız ve Fethullah Gülen Hoca Efendi, bu manen mümbit zeminin meyvedar ağaçları ve çevreye tatlı kokular yayan gülleriydi. Çeşitli hocalardan ders aldıktan sonra Sakıp Danışman'dan aldığı icazetle zahirî ilimleri tamamlayan Osman Demirci Hoca'mız, çeşitli camilerde müezzinlik, imamlık ve vaizlik yaptı. Bizzat sürdüğü ve o zaman için bile perişan olan kamyonetle Erzurum İslam Enstitüsü'nün açılmasına ve binanın yapılmasına vesile oldu. Elbette ki bu hizmetlerinde kendisine yardımcı olan Demokrat Parti iktidarına da dua ediyordu. İşte bu noktada hayatında önemli değişiklikler oldu.



Osman Demirci Hoca'm kimdir? diye bir sual sorulsa buna verilecek cevap çok uzun gider. Ancak 20 yıl beraber geçirdiğimiz ve feyzinden istifade ettiğimiz Osman Demirci Hoca'mızın hakkında benim şahitliğimi sizlerle paylaşmak istiyorum:



1- Osman Demirci Hoca'mız bir Nur talebesi idi. 1947 yılında askerde iken Risale-i Nur'un ehemmiyetini asker arkadaşı Hafız İhsan'ın lisan-ı hâlinden anlamaya başlamıştı. 1955'te vaizlik yaparken Kırkıncı Hoca'mız ve de o günün Nur tebliğcileri olan Muhammed Şergil ve Sezai Postacı'dan bazı şeyler duymuştu. Ancak 1960 ihtilali musibeti onun için bir rahmete dönüşmüştü. Çünkü bu vesileyle Mehmed Kırkıncı Hoca'mız ile beraber hapse mahkûm edilmiş yani manevi hürriyete ve nimete mazhar olmuştu. Çünkü o zamana kadar onun nezdinde Bediüzzaman, Türkçe ilmihal yazan bir Hocaefendi durumundaydı. Mehmed Kırkıncı Hoca'm ile beraber geçirdiği Sivas yani hapishane günleri onun Nurları gerçek manada tanımasına vesile olmuştu. Kendi ifadesiyle: “60 İhtilali olunca Erzurum Nur talebelerini de hapse koydular. Bir grubu Kırkıncı Hoca ile birlikte Sivas'a gönderdiler. Biz ise Erzurum'da kaldık. Bir ay askeriyede kaldık, Karskapı'da. Beraber kaldığımız Nur talebelerinin hali bana çok tesir etti. Gayet samimi, hiç o hadiselerden etkilenmeyen, sanki bir medreseden bir medreseye gelmiş gibi yine ihlâsla ibadetlerini yapıyorlar, Kur'an'larını okuyorlar, Kur'an okumayı bilmeyenlere öğretiyorlar tatlı tatlı... Hiç endişeleri yok, kadere teslim olmuşlar. Ben o zaman düşündüm; ben merkez vaiziyim. Bunlar benim vaazlarıma gelen insanlar. Ama bunların buradaki ihlâslarına bakınca, kendi kendime dedim; ‘Bu eserlerde ayrı bir nakış var, bir câzibe var. İnşallah buradan çıkarsam bu eserleri okumaya devam edeceğim, istifade etmeye çalışacağım.’ Orada Cenab-ı Hakk lütfetti, hapishane anahtar oldu bize...”(1)



Artık Osman Demirci Hoca'm bir Nur talebesiydi ve ömrünün sonuna kadar bu özelliğini devam ettirdi. 1970 yılına kadar Erzurum Merkez Vaizi olarak ‘Nur'un hakikatlerini incitmeden ve nefret ettirmeden genç dimağlara anlatmaya çalıştı. Biz onu konferanslarından, Bediüzzaman ile alakalı okutulan Van, Elazığ ve Isparta'daki mevlitlerden tanıyorduk. Risale-i Nurlardan iktibas ettiği ve 20'lik bir delikanlı heyecanıyla naklettiği vecizeleri bizlere de ezberletmişti.



1970 yılından itibaren İstanbul Merkez Vaizliği'ne tayin edilince, artık onun sesi ve Nurların parıldayan hakikatleri, Eminönü'ndeki Yeni Camii'den, Kadıköy'deki Osmanağa Camii'nden ve İstanbul'un muhtelif semtlerindeki camii ve medreselerden gelmeye başladı. 1977 yılında milletvekili seçilmesi onun hakikatleri tebliğine kısmen engel oldu, ama durduramadı. 80'li yılların sonlarına doğru Suffa Vakfı kurulunca Osman Demirci Hoca'm mütevelli heyet başkanı olarak vazife aldı ve çilesini çekti. Aynı vakfın icra başkanı olarak onunla birlikte 11 yıl hizmet ettik. Hedefi yüzlerce Türk gencine İslam'ın ulvi hakikatlerini neşretmekti. 2000 yılının Eylül ayına kadar haftada en az iki defa Nur sohbetlerinde beraber olduk ve dinleyiciler içinde en dinamiği oydu. Bediüzzaman'ın iman meselelerini başarılı bir şekilde anlattığı hakikatleri dinlerken heyecana gelir ve ‘Aslan Üstad' diye bağırırdı. Ömrünün sonuna kadar tam bir Nur talebesi olarak yaşadı ve birkaç gün evvel Üstadının davetine icabet etti.



Bütün Müslümanların duacısıydı



2- Osman Demirci Hoca'm tam bir ‘dua-gu' idi. Osmanlı Devleti, devletin ve milletin devam ve bekası için evlad-ı Resul olanlardan dua-guyan grubu oluşturmuştu. Somuncu Babalar, Hacı Bayram'lar, Şeyh Edebalı'lar bunlardandı. Osmanlı Devleti yıkılmıştı; ama onun dua-guyan taifesi Osman Demirci Hoca'm ile devam ediyordu. Dua-gu, dua okuyan demekti. O sadece Nur talebelerinin değil bütün Müslümanların dua-gusu idi. Nur sohbetlerinden sonra, cenazelerde, mevlitlerde ve düğünlerde binlerce yerde dua ediyordu.



Onun duası aynı zamanda bir tebliğ idi. Onun duasını ilk 1970'li yıllardaki bir Van mevlidinde Ali Uçar Ağabey ile beraber dinlemiştim. Onun dua-gu olmasının önemli bir altyapısı vardı. Alvar İmamı onun 1950'li yıllarda manevi bir feyiz kaynağıydı. Bazen derslerde ve özellikle de Peygamberimiz ile alakalı sohbetlerde Alvarlı Efe'nin şiirlerinden okurdu:



Resulullah Muhammed Mustafa'dır./



Veliyullah Aliyyül murtezadır.



Veliler ekberi Sıddık-ı Ekber/



Ânı tasdik eder zat-ı peygamber.



Onun dua-gu özelliği ile alakalı iki noktayı açıklamak durumundayım: Birincisi, ne zaman karşılaşsak, “Hocam beni duadan unutma.” deyince onun cevabı aynı idi: “Oğul İslam'a hizmet edenleri ne zaman unuttuk ki, sen her zaman ismen dua listemin başındasın.” diyordu. İkincisi, bir gece saat 12.20'de Göztepe'deki evimde telefon çaldı. Telefonda Osman Demirci Hoca'm vardı: “Ahmet Hoca'm kalk. Bu gece uyumayacağız. Fethullah Hocaefendi Amerika'da kalp ameliyatı olacakmış. 4444 adet Salat-ı Nariye ve 10 adet cevşen de sana ve ailene düştü. Bir de Celcelutiye oku. Onu herkes okuyamaz.” demişti. O geceyi sayesinde ailecek dua ile geçirdik.



Hayatını İslam’a adamıştı



3- Osman Demirci Hoca'm siyaseti dine alet etmemeye gayret gösteren bir siyaset adamı idi. 1977 yılının özel öneminden dolayı bazı ağabeylerin de tavsiyesiyle AP'den milletvekili adayı oldu. Milletvekili seçilince asla parti ayrımı yapmadı ve siyaseti dine hizmet ettirmeye çalıştı. Onunla Ovacık çevrelerinde dolaşırken bir akşam namazını beraber kıldık. Muhalif bir partiden meşhur bir hoca bizi tanıyınca akşam namazında bize uymadı. Bir hafta sonra tekrar karşılaştık ve malum Hocaefendi ikindi namazında imamlık yapıyordu. Hocam: “Ahmet Hoca acele et yetişelim. Biz ona mutlaka uyalım.” dedi. Malum hoca bizden özür diledi. Onun siyasette iki yönünü unutamıyorum. Birincisi; “Ahmet Hoca'm siyasete girme, altınların gümüşe döner. Ben yıllardır uğraştım, siyasetin menfi tesirlerini silemedim.” diyordu. Onun için herkesin milletvekili oldu ve sadece partisinin tesirinde kalmadı. İkincisi de, hiçbir zaman devlet düşmanı olmadı ve hep Bediüzzaman'ın müspet hareket metodunu tavsiye ediyordu. Onun dilinden şu cümleler eksik olmuyordu:



“Rahmet-i İlâhiye'den ümit kesilmez. Çünkü, Cenâb-ı Hakk, bin seneden beri Kur'ân'ın hizmetinde istihdam ettiği ve ona bayraktar tayin ettiği bu vatandaşların muhteşem ordusunu ve muazzam cemaatini, muvakkat arızalarla inşaallah perişan etmez. Yine o nuru ışıklandırır ve vazifesini idame ettirir.”



Buna rağmen, 17 Ağustos depreminden sonra yaptığı bir sohbetten dolayı onu rahatsız ettiler. Bütün çilelere rağmen onu devletine ve milletine küstüremediler.



4- Osman Demirci Hoca'm bir İslam âlimi idi. Evvela hafızdı ve Erzurum'un meşhur hocalarından ders ve icazet almıştı. Bu sıralarda müezzinlik, imamlık ve benzeri vazifeleri ifa etmişti. 1955 yılında Erzurum'da vaaz vermeye başladı. 1960 İhtilali'nden sonra da vaazlarına hapisten çıktıktan sonra devam etti. 1970 yılından itibaren İstanbul Vaizliği'ne geçti. Resmen emekli olsa da fiilen ömrünün sonuna kadar bu hizmeti yürüttü. Kümbette Kırkıncı Hoca'mla beraber, İn'am Hoca'nın da bulunduğu bazı meclislerde, Kadi Beydavi'nin ilm-i kelam ile alakalı Tecrid Şerhi'ni okurken, “Ahmet Hoca, oğul bu derin ilimleri okuma işini Kırkıncı Hoca'ya ve size bıraktım. Benim vekilimsiniz.” derdi.



Onun İslam'a olan hizmetlerini saymakla bitiremeyiz. Ancak heyecanlandığı zaman her yerde okuduğu Abdurrahim Karakoç'a ait şu şiirden bazı dörtlükleri zikretmezsek onun ruhu incinir diye naklediyoruz:



Kör dünyanın göbeğine/Hak yol İslâm yazacağız



Kuşların gözbebeğine/Hak yol İslâm yazacağız



Yola, ağaca pınara/Esen yele, yağan kara



Yağmur yüklü bulutlara/Hak yol İslâm yazacağız



Koç burcuna, yay burcuna/Bebeklerin avucuna



Minarelerin ucuna/Hak yol İslâm yazacağız



Bucak bucak, köşe köşe/Kara taşa, kor ateşe



Yıldıza, aya, güneşe/Hak yol İslâm yazacağız



Her kapının eşiğine/Her sofranın kaşığına



Balaların beşiğine/Hak yol İslam yazacağız



5. Osman Demirci Hoca'mın sınırsız güzel özelliklerinden biri de Kırkıncı Hoca'mın sır arkadaşı olmasıydı. 1960 ihtilali ile başlayan dostluk Kur'an'ın ifadesiyle 'sadık-ı hamim' vasfını kazanmıştı. Onun için onun vefatının, herkesten çok hocamı üzdüğü cuma günü ettiğim telefondan belliydi.



Onun güzelliklerini bir kitaba sığdırmak bile zor. Bu vesile ile başta Mehmed Kırkıncı Hoca'm ve ailesine ve sonra da bütün İslam âlemine başsağlığı dilerken, şunu da hatırlatmak istiyoruz: Hakiki bir Nur talebesi, Osmanlı'nın mirasçısı bir dua-gu; siyaseti dine hizmet ettiren bir devlet adamı ve de ömrünü dini ilimlere vermiş bir İslam âlimini biz kaybettik; amma başta Resulullah olmak üzere Darü's-Selam'da onu bekleyen ve karşılayan Bediüzzaman'lar, Müftü Sakıb Efendi'ler, Alvarlı Efe'ler ve Bekir Berk'ler tebessüm ederek bizlere ‘Siz de böyle gelin' tavsiyesinde bulunuyorlar. Allah rahmet etsin...



Prof. Dr. Ahmet Akgündüz



(1)Ahmed Akgündüz bey bu kısımları

Hiç yorum yok: