SAHABEYE DİL UZATANLARA
SAHABEYE DİL UZATANLARA CEVAPLAR

Yazar:
Muhammed Salih EKİNCİ
TERCÜME:
Kasım YÜREKLİ
ÖNSÖZ
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla!...
Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd; Peygamberlerin serveri
Hz. Muhammed’e, onun aile efradına, ashabına ve kıyamet gününe
kadar onlara iyilikle uyanlara salat ve selam olsun.
Bazı dostlarım İstanbul’da çıkan İslamî vahdet gazetesinin
Siilerle ilgili yayınladığı soruyu ve bu cümlede olmak üzere
Müslümanların Siilerden birine biat edip onu imam ve halife olarak
kabul etmelerinin caiz olup olmadığına yönelik soruları ihtiva eden
…. sayısını bana getirerek bunları cevaplandırmamı istediler.
Konunum önemli olduğunu, Müslümanlar açısından bu
sorulara verilecek cevapların her zamankinden daha gerekli
olduğunu ve ümmetin uyarılıp aydınlatılması için bunların Đslam
alimleri tarafından mutlaka cevaplandırmalarının gerektiğini
düsünerek, cevaplandırmaya çalıstım.
Soruları; -çoğu kez kisinin amacına ulasmasına engel olan- bir
misafirlik durumunda cevaplamama rağmen, cevapların hedeflenen
amaca uygun ve bu konuda bunlarla yetinmek isteyenlere yeterli
olduğunu gördük.
[Sizleri bu soru ve cevaplarla bas basa bırakmadan önce] Yüce
Allah’tan bizi doğru yola iletmesini,kendisinde dünya ve ahiret
iyiliği bulunan hayırlı islere muvaffak kılmasını, hüsn-i niyet, güzel
amel, iyi son, cennet ve cemalini lutfedip ihsan etmesini dileriz.
Muhammed Salih EKİNCİ
KONYA
Bismillahirrahmanirrahim
Hamd, Allah’a mahsustur. Yalnız O’na hamd eder ve yalnız
O’ndan yardım, mağfiret ve hidayet dileriz.
Nefislerimizin serrinden ve amellerimizin kötülüklerinden
Allah’a sığınırız.Allah’ın hidayete erdirdiğini kimse delâlete
götüremez; dalâlete götürdüğünü de kimse hidayete erdiremez.
(Zatında, sıfatlarında ve fiillerinde) Bir/Tek olan, hiçbir ortağı
olmayan Allah’tan baska ilahın olmadığına sehadet ederiz ve yine
kafirler istemesede bütün galip gelmesi için Allah tarafından
hidayet ve hak din ile gönderilen efen32dimiz Hz.Muhammed
(s.a.v) ‘in de O’nun kulu ve Resulü olduğuna sehadet ederiz. O’nun,
bütün âl, ashab ve kıyamet gününe kadar kendilerine iyilikte
uyanların üzerine Allah’ın salât ve selamı olsun.
Yüce Allah söyle buyurmaktadır:
“Allah, kendilerine kitap verilenlerden, ‘Onu mutlaka
insanlara açıklayacaksınız; onu gizlemeyeceksiniz.’ Diyerek söz
almıstı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa
değistiler. Yaptıkları alısveris ne kadar kötü!”
(Al-i Đmran, 187)
Hz. Peygamber (s.a.v) söyle buyurmaktadır:
“Bid’atlar veya fitneler ortaya çıkıp, ashabıma dil uzatıldığı
zaman, alim(ler) de ilim(ler)ini açığa çıkarsın(lar)(halkı
aydınlatsınlar). Bunu yapmayana Allah’ın, meleklerin ve bütün
insanların laneti olsun. Allah bunlardan ne farzları ne de sünnetleri
kabul eder.”1
Baska bir hadiste ise söyle buyurmaktadır:
“Bu dini, her toplum bir öncekinden alırken, onu asırı
gidenlerin tahriflerinden, yalancıların yalanlarından ve cahillerin
(batıl) te’villerinden ayıklayarak alsınlar.”2
Soru 1: Biat nedir?
Cevap: Đbn Haldun’nun dediği gibi biat, itaat etmek için söz
vermek demektir. Biat eden kimse sanki hem kendi durumuyla hem
de müslümanların durumuyla ilgili hususlarda yetkiyi (biat ettiği)
emirine vermek, bu konuda ona karsı çıkmamak ve hosuna gitsingitmesin
sorumlu tuttuğu her seyde kendisini itaat etme konusunda
söz vermektedir. Müslümanlar, emirlerine itaat sözü verip
----------------------------------------------------------
1 Hatip, el-Câmi’………. İbn el-Asakir…….
2 Beyhaki
4
bağlılıklarını ifade ettikten sonra bunun teyit etmek için onunla el
sıkısırlardı ve bu, satıcı ile müsteri arasındaki ticari antlasma
esnasındaki davranısına benzediği için “Bâe”nin masdarı olan
“Bey’at” (biat) ile isimlendirildi. Ve biat, el sıkısma suretiyle
belirlenmis oldu. Bu, biatın hem sözlük hem de ser’î manası olduğu
gibi, Hz.Peygamber (s.a.v)’in Akâbe gecesi yapılan bey’at ile
bey’atü’r-rıdvan hakkındaki hadiste geçen ve kullanıldığı her
yerdeki -halifelerle yapılan bi’at da buna dahildir- manasıdır da.1
BĐATIN KISIMLARI
Soru 2: İslam’da biatın önemi nedir?
Cevap:
Đslam’da biat, vacip ve sünnet olmak üzere iki kısma
ayrılmaktadır.
a) Vacip (farz) olan biat: bu, Müslümanların imamıyla yapılan
biattır. Ki, bu da sadece bir durumda olur. Bu durum, ehl-i hal
ve’lakdin2 Müslümanlardan, fıkıh ve usûl kitaplarında açıklanan
imâmet sartlarına hâiz birini Müslümanların imamlığına seçme
durumudur. Bu durumda, tayin edilen sahsın imametinin
gerçeklesmesi, vereceği hükümlerin geçerli olması için, ehl-i hal
ve’lakd kurulundan biat etmeleri mümkün olanların –tamamı değil-
, biat etmeleri farzdır. Yani, ne bütün Müslümanlara, ne de ehl-i hal
ve’lakd kurulunun bütün üyelerine biat farz değil. Zira bu biat farz
olmakla beraber müslümanlardan sadece bir kısmının bu görevi
yapmakla diğerlerinden sorumluluk düser. Çünkü bu farz-ı
kifâyedir. Đslam’da bu biattan baska farz bir biat yoktur.
Đmam Nevevi’nin Minhac adlı kitabında dediği gibi, ehl-i hal
ve’lakd; alimler, ileri gelenler bir araya gelmeleri mümkün olan
itibarlı sahsiyetlerdir.3
İMAMETİ GERÇEKLESTİREN YOLLAR
Yukarıda sözü edilen biatın farz olmasının sebebi,
Müslümanlara farz-ı kifâyelerin en kuvvetlilerinden biri olan imam
(devlet baskanı) tayini için tahsil edilmis bir yol olmasıdır. [Ki bu,
imametin gerçeklesmesi için basvurulan yollardan biri(ncisi)dir].
Bundan baska imametin gerçeklesmesi için iki yol daha vardır.
------------------------------------------------------------
1 İbn Haldun, Mukaddime, 209
2 Ehl-i Hal ve’lakd, devlet baskanını seçen (seçici) kurul. (Çev.)
3 Nevevi, el-Minhac…………..
5
Birincisi, veliahtlıktır. Bu; Đslam’ın ve Müslümanların
maslahatlarını (yararlarını) her seyin üstünde tutan adil imamın,
imamet tayin esnasında sartlarına haiz birini kendisinden sonra
Müslümanların basına geçmekle görevlendirip halife olarak
atamasıdır. Bu sekilde tayin edilen kimsenin imameti kendini tayin
eden imamın ölümü ile gerçeklesip bütün Müslümanların kendisine
itaat etmeleri gerekir.
Đmamete tayin edilen kimse, eğer tayin esnasında imamet
sartlarına haiz değil ise, imameti ancak seçici kurulun biatıyla
gerçeklesir.1
Đkincisi, sevket sahibi bir müslümanın, Đslam devletini ele
geçirip otoriteyi ele alarak Allah’ın seriatıyla hükmetmesidir.
[Yukarıda sözü edilen biat ile imamet gerçeklestiği gibi] hiç
kimseden biat almadan bu iki yolla (da) imamet gerçeklesir. Ancak
veliahtlık yoluyla seçilen imama biat etmek, hulefa-i rasidin
sünnetindendir. Çünkü Sahabe-i Kiram (r.a), Hz. Ebubekir (r.a)’ın
vefat ettiği sabah, Hz.Ömer (r.a)’a bat etmislerdi. Bu konuda “istila
yolu”nu “veliahtlık” kategorisine sokmak da yanlıs olmaz.
Ancak Đbn-i Teymiye’ye göre, veliahtlıkla yapılan tayin,
sadece bir tevcih ve aday göstermekten ibaret olduğu için, bu
gibilerin imameti ancak ehl-i hal ve’lakd’in (seçici kurul) biatıyla
sahih olur.2
b) Sünnet olan biat, toptan veya ayrıntılı bir sekilde bütün
hayırlı ameller konusunda yapılan biattır. Nitekim, Hz.Peygamber
(s.a.v) Đslam, hicret, cihat, savasta sabır, idarecileri dinleyip itaat
etme ve kadınlarla yapmıs olduğu biatta olduğu gibi haramları terk
etme konusunda biat almıstır. Ki bütün bunlar sahih hadislerde
mevcuttur.3yine bütün Müslümanların veya onlardan bir cemaatin
kendi aralarında Đslam’a, hayra ve iyiliğe emredip kötülükten
sakındırmaya davet etme (çağırma); iyilik ve takva hususunda
yardımlasma ve Allah yolunda cihat konularında biatlasma
(anlasma)’larıda sünnet olan biatlardır.
İyilik ve takva hususunda yardımlasma, hayra davet, iyiliği
emredip kötülükten sakındırmanın kendisine gelince, bunlar Kur-
---------------------------------------------------------
1 Bkz. Maverdi, el-Ahkâmu’s-sultaniye, 6110
2 Minhacu’s-Sünne, 1/142. Ayıca bkz. En-nezaretu’l-islamiyyetüs siyasiye, 203.
3 Bkz. Wensinck, el-mu’cem “Beyat” md.
an’ın nassı ile Müslümanların yapmak mecburiyetinde oldukları
zorunlu vecibelerdendir.
Soru 3: İslam’ın ilk döneminde hangi konularda biat
alınıyordu?
Cevap:
Yukarıda anlattıklarımızdan da anlasılacağı üzere, Đslam’ın ilk
döneminde Đslam, cihat, savasta sabır, idarecileri dinleyip itaat etme,
hicret ,takva ve hayırlı ameller konularında biat edilir/alınırdı.
İmamla yapılan biata gelince bu, halkın kendisini dinleyip
itaat edeceklerine; imamında kitap ve sünnet ile amel edeceğine,
hadleri (ilahi emirleri) yerine getireceğine ve iyiliği emredip
kötülükten sakındıracağına dair söz vermeleri seklinde olur.
Soru 4: Biatı zorunlu olan kimsenin temel özellikleri nelerdir?
Cevap:
Bu sekilde bir soru sormak doğru değildir. Çünkü biatı daha
önce de geçtiği üzere imam seçiminde basvurulan yollardan sadece
biridir. Ki bu durumda biat, bütün Müslümanlara değil, sadece ehl-i
hal ve’lakd (seçici) kurulundan biat etmeleri mümkün olanlara
vaciptir. O halde bu sorunun doğru kabul edilebilmesi için söyle
sorulmalıdır:
Büyük imamda (devlet baskanında) bulunması gereken sartlar
nelerdir?
Cevap:
İbn hümam’ın el-müsayere’de zikrettiğine göre, imamda
islam’dan baska bulunması gereken bes sart daha vardır ki onlar da
sunlardır:
1- Erkek olmak
2- Vera; yani adalet sahibi olmak
3- İlim sahibi olmak
4- Güç yeterliliği. Ki, göründüğü kadarıyla bu, cumhurun sart
kostuğu “secaat”ten daha kapsamlıdır. Çünkü bu; kısas yapmaktan,
hadleri uygulamaktan, zorunlu savasları yapmaktan ve orduyu
hazırlamaktan korkmaması için gerekli olan (isabetli) görüs ve
secaatin ikisini de kapsamaktadır.
5- Kureys soyundan olmak…1
Đmamda bulunması gereken sartlar sayılırken zikredilmeyen,
ancak kitap ve sünnetin varlığına isaret edip, Đslam alimlerinin
----------------------------------------------------------------
1 Đbn Hümam, el-Müsayere.
7
ayrıntılı kitaplarda açıkladıkları ve bazı alimlerin sart kosulmasında
icmâ olduğunu naklettikleri bir sart daha vardır. O da, imamın
itikadî bid’atlardan uzak bulunmasıdır. Ki, zikrettikleri (diğer)
sartlardan bazıları buna delâlet ettiği için ayrıca bunu zikretmeye
ihtiyaç duymamıslardır. Söyle ki: çünkü bidat sahibi adil değil,
fasıktır. Alim değil, çünkü ilimden maksat kitap ve sünnet bilgisidir.
Oysa bid’at sahibi sünneti değil, bid’atı bilmektedir. Güç
bakımından yeterli değil, çünkü güç yeterliliğinden maksat, kitap ve
sünnetin hükümlerini ikame etmeye güç yetirebilirliktir. Oysa bid’at
sahibi, bu özelliğinden dolayı sünneti değil, Đslam’la hiçbir ilgisi
olmayan bid’atları ikameye güç yetirebilmektedir.
Ayrıca imamı seçmekten maksat; bütün hükümleriyle kitap ve
sünneti ikame edip, değismeyen ve Selef’in üzerinde icmâ ettiği
kurallarıyla dini muhafaza etmektir. Ki bunların basında Đslam
inancı gelmekte olup, el-Mevafık serhinde zikr edildiği üzere
bunları korumak, imametin en önemli maksatlarındandır.1oysa
bid’at sahibi, kitap ve sünnetin bazı hükümlerinei ikame ederken,
diğerlerinin yerine Đslam’la hiçbir alakası olmayan bid’atları ikame
ederek Đslam’ın değismeyen ve hakkında icmâ bulunan birçok esas
ve inançları tahrip ederler.
Gerçek su ki, imamet sartlarını iyice/yakından
incelediğimizde, esas sartın kitap ve sünneti ikame etme
konusundaki güç yeterliliği olduğunu, diğer sartların ise bunun
birer payandası ve tamamlayıcısı olduğunu görürüz.
Đtikadi bid’atlardan uzak olmanın imamda bulunması gereken
sartlardan olduğuna; imamete seçildikten sonra böyle bir bid’at
islediği takdirde azlinin gerektiğine ve (razı olmaktan imtina
ettiğinde) ayaklanmanın farz olduğuna delâlet eden ayet, hadis ve
Đslam alimlerinin görüslerini söyle sıralayabiliriz.
1- Yüce Allah “…iyilik ve (Allah’ın yasaklarından) sakınma
üzerinde yardımlasın, günah ve düsmanlık üzerine
yardımlasmayın.” (Maide, 2) buyurmaktadır. Bid’at sahibinin
imamete seçmek, günah ve düsmanlık üzerine yardımlasmak
demektir. Zira inancı gereği bid’at sahibinin, kendi bi’atlarını
yasatması görevidir. Her bid’at ise delâlet, günah ve düsmanlıktır.
2- Yüce Allah: “(yeryüzünde) fitne kalmayıncaya ve din
tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savasın!...” (Enfal, 33)
----------------------------------------------------------------
1 Maverdi, el-Ahkamü’s-Sultaniye, 15.
8
buyurmaktadır. Dolayısıyla din tamamen Allah’ın oluncaya kadar
savasmak görevlerinde iken, imamın bizzat kendisinin dini
tamamen Allah’a has kılanlardan olmaması; bilakis bir kısmını
Allah’a hasrederken bir kısmını –ki bu, bizzat kendisinin muttasıf
olduğu ve baskalarını da davet ettiği bid’atlardır.- baskalarına
hasredenlerden olması nasıl caiz olabilir?
3- Peygamber (s.a.v) Efendimiz söyle buyuruyor: “Basınıza bir
takım (kötü) idareciler gelecek. Onları tanıyacak ve onlardan
iğreneceksiniz. Onları tanıyıp (kötü davranıslarına karsı eli veya
diliyle karsı çıkan) vebaldan kurtulmustur.(Bunu yapamadığı için
kalbiyle) Karsı çıkan (nefret eden) de (vebalden ve günahtan)
kurtulmustur. Ama (asıl) vebal ve günah, ondan memnun olup
arkasından gidenlere aittir.”
Bunun üzerine:
-Onlarla savasmayalım mı? deyince, Resulullah (s.a.v):
- “Hayır, onlar namaz kıldıkları müddetçe onlarla
savasmayın” diye buyurdu.1
Đmam Nevevi bu hadisi serife dayanarak Đslam’ın temel
esaslarından herhangi birini değistirmediği müddetçe sadece zulm
ve adaletsizliğinden dolayı imama karsı çıkmanın caiz olmadığını
söylemektedir.2
Yine Đmam Nevevi, Kadı Đyad’dan, kafirin imamete
seçilemeyeceğini, imamete seçildikten sonra dinden çıkması; ve keza
namazı, namaza daveti de terk etmesi ve bid’atlara dalması
durumunda az olunacağına dair icma olduğunu nakletmektedir.
Ancak Basra ekolün mensup bazı kelamcılar, yukarıda zikredilen
hadisi serifin te’vi tabi olduğu dolayısıyla bid’at ehlinin imamete
seçilmesinde ve seçildikten sonra bid’ata sapması durumunda
imametinin devam etmesinde bir sakıncanın olmadığının
savunmuslardır.
Kadı Đyad’da; imam seçildikten sonra dinden çıkan, dinin
temel esaslarını değistiren veya bid’ata sapanın imametinin
kendiliğinden düserek artık itaatin gerekmediğini Müslümanların
ona karsı kıyam edip azletmeleri ve adil bir imam atamalarının
gerektiğini söylemektedir.3
-----------------------------------------------------------------
1 Müslim, İmare, 62.
2 Nevevi, el-Minhac fi serhi Müslüm, 12/143.
3 Nevevi, a.g.e. 12/229.
9
Kurtubi’nin naklettiğine göre cumhur (alimlerin çoğunluğu);
seçildikten sonra apaçık doğru yoldan saparak fasıklasan imametin
fsh olup bundan dolayı azledileceğini söylerken; diğer bazılarına
göre, imam ancak dinden çıktığı veya namazı, namaza daveti terk
ettiği veya dinin herhangi bir esasını değistirdiği taktirde
azlolunabilir. Çünkü Übade’nin rivayet ettiği hadiste,
Hz.Peygamber (s.a.v) kendisinde apaçık bir küfür (dinsizlik)
görülmedikçe emirlik hususunda ehilden onlara karsı çıkılmasını,
onlara itiraz edilmesini yasaklamaktadır.1 Müslim. Avf bin
Malik’den rivayet ettiği hadiste ise, idareciler namaz kıldıkları
müddetçe sırf bazı günahlarından dolayı is basından
uzaklastıramazlar.2
4- Hz.Muaviye (r.a); Resulullah (s.a.v)’tan söyle buyurduğunu
isittim, der: Bu is (hilafet) Kureyslilerde olur. Dini kame ettikleri
müddetçe onlara karsı çıkanları, Allah, yüzüstü süründürür3
Hafız Askalani hadiste geçen “dini ikame’den maksat” dini
hükümleri uygulamak olduğunu söylemekte ve söyle devam
etmektedir: Đbn Tin alimlerin, küfre (dinsizliğe) veya bid’ata
çağırdığı zaman halifeye karsı ayaklanmanın farz olduğunda icmâ
ettiklerini ancak halkın malını gasp ettiği ve (haksız yere) kanların
akıttığı zaman ayaklanıp ayaklanmayacağı hususunda ihtilaf
ettiklerini söylemektedir. Đbn tin’in, apaçık küfre sebep olacak
bid’ata tesvik etmesi hariç, halifenin bid’ata davet etmesi
durumunda halkın ayaklanmasının gerektiğine (vacip olduğuna)
dair icma vardır, iddiasında bulunması yanlıstır. Nitekim,
(Abbasi halifelerinden) Me’mün, Mu’tasım ve sık; mütevekkil
hilafete geçerek sıkıntıya son verip sünnetle amel edileceğini ilan
ederek halkı Kur-an’ın ………… olduğuna inanmaya davet ettikleri,
bundan dolayı birçok alimi ölüm, dövme, hapis ve çesitli cezalarla
cezalandırdıkları halde, hiçbir alim bunlara karsı ayaklanmanın farz
olduğunu söylememistir.4
Hafız Askalani (Đbn Tin’in görüsünü reddederken): “Đbn Tin’in
halifenin bid’ata davet etmesi durumunda halkın ayaklanmasının
vacip olduğuna dair icmâ vardır.” seklindeki iddiası yanlıstır.
---------------------------------------------------------
1 Buhari, Müslim,İmare, 42
2 Kurtubi, 1/271
3 Buharı
4 Askalani, Fethu’l-Bari, 13/99
10
Ancak kitap ve sünnetin isaret edip alimlerin ifade ettikleri üzere,
“apaçık küfür veya seriatın ve Đslam’ın esaslarından herhangi birini
değistirmeye sebep olarak bid’ata daveti hariç” demeliydi. O
zaman, –alimlerden naklettiklerimizden de anlasılacağı üzerehalifenin,
apaçık küfre veya seriatın ve Đslam esaslarından herhangi
birini değistirmeye sebep olacak bid’ata davet icmâ noktasını;
bid’ata davet etmekten kendisinsin bid’atla muttasıl olması (veya)
Kur-an’ın mahluk olduğu (inancı) gibi yukarıda anılan günahlara
sebep olmayan –çünkü Kur-an’ın mahluk olduğuna inanmaya davet
apaçık küfre, Đslam’ın esaslarından herhangi birini değistirmeye
sevk etmektedir –bid’atlara davet etmesi de tartısma noktasını
olusturmaktadır. Dolayısıyla cumhura (alimlerin çoğunluğuna)
göre, bu durumda halife azlolunur (ve azlı kabul etmediği takdirde
halk ayaklanarak onu azleder). Diğer bazılarına göre ise, bununla
azlolunmaz.
Dikkat çekilmesi gereken hususlardan biride sudur: Bid’attan
dolayı imamın azlinin icmâen vacip olması için, bid’atın küfre bilfiil
götürmesi ve Đslamî esaslardan herhangi birinin yine bilfiil
değistirmesi gerekmektedir. Küfre bilfiil götürmeden ve Đslamî
esasları değistirmeden (zımnen) bunu gerektiren ve bundan dolayı
sahibi küfrü kabullenmen bid’at tartısmalı olan kısma girer.
Hafız Askalani’nin “Hiçbir alim, bid’ata davetlerinden dolayı
anılan Abbasi halifelerine karsı ayaklanmanın farz olduğunu
söylememistir.” sözü de uygun değildir. “Hiçbir alimin…
ayaklanmanın farz olduğunu söylediğini duymadım.” demeliydi.
Zira bazı alimlerin, bu yönde görüs belirtmelerine rağmen bunun
Askalani’ye ulasmamıs olması mümkün olan hususlardandır.
Nitekim ehl-i sünnet alimlerinin önde gelenlerinden Ahmet bin
Nasr el-Huzai, Vasik’a karsı ayaklanmaya davet etmis, ancak bu
davet basarısızlıkla sonuçlanmıstır.1
Görüldüğü üzere Askalani’nin yukarıda anılan hususla ilgili
icmâın olmadığını ispatlamak için naklettiği deliller icmâın olduğu
noktalarla ilgili değil, bilakis tartısmalı noktalarla ilgili seylerdir. Bu
sebeple de bu konudaki icmâ iddiasını çürütmüs değildir.
SORU 5: Günümüzdeki bazı Đslam devletlerindeki meshur
bid’at ehlinin bazı liderlerine yapılan biatın hükmü nedir?
CEVAP :
------------------------------------------------
1 Bkz. İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, 10/303
Daha önce zikrettiğimizden de anlasılacağı üzere bu sorunun
doğru kabul edilebilmesi için, “bazısı” diye isaret edilen sahsın
imametinin gükmü nedir? Seklinde sorulması gerekmektedir. Asıl
konuya girmeden önce bu sorunun cevabına temel olması
bakımından dört mukaddime sunmak istiyoruz:
1- Resullullah’ın ve Hulefâ-i Râsidin’in Sünnetine Uymanın
Vucubiyeti (zorunluluğu):
bu mukaddime, Resulullah (s.a.v)’in sünneti ile ondan sonra
gelen Hulefa-î Rasidin’in sünnetine uymanın vucubiyetine
(zorunluluğuna) kesin dil ile delalet eden (ayet-i kelimeyle) birkaç
hadis-i serif zikredeceğiz!
Yüce Allah söyle buyuruyor:
“(Resulüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki,
Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağıslasın…1 Resulullah
(s.a.v)’a uymak, O’nun sünnetine uymakla olur.
Đrbad bin Suriye (r.a)’nın rivayet ettiği bir hadiste Peygamber
(s.a.v) söyle buyurmaktadır: “Süphesiz, sizden yasayacak olanlar,
bir çok ihtilafa (çekisme ve görüs ayrılığına) sahit olacaklardır. Đste o
zaman benim ve kendilerine doğru /hak yol gösterilmis olan
Hulefa-i Rasidinin sünnetine uyarak, onlara sımsıkı sarılınız.
Sonradan (din adına; çıkan) bid’atlardan da sakınınız. Çünkü her
bid’at delâlettir.”2
Yine Resulullah (s.a.v) söyle buyuruyor: “(Kendimden sonra)
size iki sey bırakıyorum. Onlara sarıldığınız müddetçe, asla
sapmazsınız. Bunlar Allah’ın kitabı ve Resulü’nün sünnetidir.”3
Bu konuda değinilmesi gereken hususlardan biri de, bilindiği
üzere rafizilerin ehl-i sünnetin bir kısmına görüslerinde isabetli
oldukları imajını vermek için delil olarak ileri sürdükleri ve
dillerinden düsürmedikleri hadistir. Tirmiz ile Taberani’nin rivayet
edip, Elbani’nin de “sahihtir” dediği bu hadis söyledir:
Cabir bin Abdullah diyor ki:
- Veda haccı sırasında, Arefe günü, Kusva adlı
devesininüstünde yaptığı konusmada Resulullah (s.a.v)’in söyle
buyurduğunu duydum: “Ey insanlar, size öyle bir sey bırakıyorum
--------------------------------------------------------------
1 Al-i İmran 3/31
2 Ahmet; Ebu Davut; Tirmizi; Đbni Mace; Đbni Hibban,
3 Malik, Muvatta
12
ki ona yapıstığınız müddetçe sasırıp yoldan çıkmazsınız.: Allah’ın
kitabı ve ehl-i beytim’den olan soyum.”
Buna birkaç yönden cevap verilebilir:
1. Aktardığımız hadisin Müslim’in rivayetinde “ehl-i beyt’e
uyma” emri bulunmamaktadır. Müslim’in rivayetine göre Zeyd bin
Erkam söyle der:
- Bir gün Resulullah (s.a.v), Mekke ile Medine arsında bulunan
Hum denilen su basında bize hitap etmek üzere ayağa kalkıp
Allah’a hamd ve senâ ettikten, öğütte ve uyarılarda bulunduktan
sonra söyle buyurdu: “ Đmdi; Ey insanlar, ben ancak bir beserim,
Rabbimin elçisinin gelip ona cevap vereceğim ana az kaldı. Ben size
iki değerli sey bırakıyorum. Bunlardan birincisi, kendisinde hidayet
ve nur bulunan Allah’ın kitabıdır. Bu sebeple Allah’ın kitabına
yapısın ve ona sımsıkı sarılın.
Resulullah (s.a.v), Allah’ın kitabı hakkındaki tesvik ve
isteklendirmelerinden sonra söyle buyurdu:
“Size bıraktığım ikinci sey ise, ehl-i beytimdir. Ehl-i beytim
hakkında size Allah’ı hatırlatıyorum, Allah’ı!
Bunun üzerine Husayn: “Ey Zeyd, Resulullah’ın ehl-i beyti
kimlerdir, hanımları onun ehli beytinden değimlidir?” deyince,
Zeyd: “(Evet,) hanımları ehl-i beytindendir. Ancak (asıl) ehl-i beyti,
kendisinden sonra sadakadan yoksun bırakılan kimselerdir.” dedi.
Husayn: “Onlar kimlerdir?” deyince de, Zeyd: “Onlar, Hz.Ali’nin,
Ukayl’in, Cafer’in ve Abbas’ın soyundan gelenlerdir.”dedi. (Çünkü)
bunların hepsi de sadakadan yoksun bırakılan kimselerdir.1
Đbni Teymiyye’ye göre burada Allah’ın kitabına uymaya
tavsiyeden baska bir sey yoktur. Bu ise, bundan önce Veda haccında
tavsiye edilen bir husustur. Resulullah (s.a.v) soyundan gelenlere
uymayı emretmemistir. Fakat: “Ehl-i beytin hakkında size Allah’ı
hatırlatırım” buyurmustur. Ümmetin ehl-i beyti hatırlaması ise,
daha önce geçen emri, yani onlara haklarının verilmesini ve
kendilerine zulmedilmemesini gerektirmektedir. Ki bu emir hum
göletinden önce verilen bir emirdir.
Anlasılacağı üzere hum göletinde Hz.Ali hakkında, ne bir
baskası hakkında; ne imametleri ne de bir baska konuda emredilen
yeni herhangi bir sey bulunmamaktadır.
-----------------------------------
1 Serhu Müslim, 15/180
13
İbn Teymiyye devamla söyle der: Bu hadisi Tirmizi de
“…Onlar (ehl-i beytim ile soyum), havuzumun basına gelinceye
kadar bölünüp parçalanmazlar.” Đlavesiyle rivayet etmistir. Ancak
birçok hadis alimi bu ilaveyi tenkit ederek bunun hadisten
olmadığını söylemislerdir. Bunun sahih olduğuna inananlara göre
ise bu, ancak Hasimoğullarından olan Hz. Peygamber (s.a.v)’in
soyunun bir bütün olarak dalâlet üzere birlesmeyeceklerine delâlet
etmektedir. Bu, ehl-i sünnetten bir grubun savunduğu görüs olup,
Kâdî Ebu Ya’la vb. verdiği cevaplardandır.1
2. Hadiste geçen “ıtrat” ve “ehl-i beyt” kelimelerinin
anlamlarını tespit etmek gerekir. Es-Sıhah’ın açıklamasına göre
“Kisinin ıtratı, onun nesli ve yakın kabilesi (akrabası)”
demektir.Kâmûs’un verdiği anlamda aynıdır. El-Esas’ta ise, “kisinin
ıtratı; çocukları, torunları, amca çocukları (kuzen) gibi yakın
akrabaları” demektir. Hz.Ebubekr’in: “Biz, Resulullah’ın ıtratı ve
ondan çıkan nesliyiz demesi [nin sebebi de onun
Hasimoğullarından olmasıdır]. En-Nihâye’de ise “Peygamber (s.a.v)
ıtratı, Abdulmuttalip’in oğullarıdır.” Bazılarına göre ise, O’nun
yakın Ehl-i beytidir. Ki bunlar bir gün Hz. Peygamber (s.a.v)’in
çocukları, Hz.Ali ve onun çocuklarıdır. Bazıları ise, Hz.Peygamber
(s.a.v)’in ıtratı, O’nun yakın ve uzak bütün soyu demislerdir. El-
Esâs’ta ise, Hz.Peygamber (s.a.v)’in ıtratı, Abdulmuttalip’in
çocuklarıdır.
Ehl-i Beyt’e gelince, arastırmacıların gayet iyi bildiği gibi iki
sekilde kullanılmaktadır:
1- Ev halkı için. Dolayısıyla kelime (ehl-i beyt), ev halkına özel
olup ondan baskası için ancak mecâz yoluyla kullanılabilmektedir.
2- Ehl-i Beyt, nesep (soy) demek olup, yukarıda geçtiği üzere
ıtrat kelimesiyle aynı anlamdadır. Nitekim “Benim ıtratım ehl-i
beytimdir.” Tercüme hadisinde olduğu gibi bazı hadislerde de bu
anlamda kullanıldığı gibi, Müslim’in rivayet ettiği hadiste de Zeyd
bin Erkam, ehl-i beyti, ıtrat kelimesi anlamında yorumlamıstır.
Herkesçe kabul edilen bir gerçektir ki, hadislerin en doğru yorumu,
sahabeler tarafından yapılan yorumdur. Dolayısıyla bu anlamıyla
ehl-i beyt de mecâz yolu hariç, ıtrat kelimesinin anlamından
baskasını ifade etmemekte ve yine mecaz yolu hariç
Hz.Peygamber’in eslerinin kapsamamaktadır. Sonuç olarak,
-------------------------------------------------
1 Minhacü’s-sünne 4/85
14
hadisteki ehl-i beytten maksat, en genis anlamıyla Hz.Peygamber’in
soyu(nesebi)dur. Ki bu, ıtrat kelimesininde anlamıdır. Zeyd bin
Erkam’ın “Hz.Peygamber’in esleri de O’nun ehl-beytindendir”
sözünün anlamı ise, Hz.Peygamber’in eslerinin onun ehl-i
beytinden olmaları, bir nevi mecaz yoluyla veya bu kelimenin baska
bir anlamından dolayıdır. Onun: “Ancak onun ehl-i beyti,
kendisinden sonra sadakadan yoksun bırakılan kimselerdir”
sözünün anlamı ise, gerçek anlamda (asıl) ehl-i beyt, sadakadan
yoksun bırakılan kimselerdir. Müslim’in Zeyd bin Erkam’dan
rivayet baska bir rivayetinde onun Hz.Peygamber’in eslerini ehl-i
beytten saymaması da, onların gerçek (hakiki) anlamda ehl-i beytten
olmadıklarıdır. Yüce Allah’ın: “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece
sek ve süpheyi (kötü huyları) gidermek ve sizi tertemiz yapmak
istiyor.” (Ahzab 33/33) ayeti kerimesine gelince, buradaki ehl-i
beytten maksat –Allah en iyisini bilir-, “Ey ehl-i beyt (ev halkı)!
Allah’ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir…” (Hûd 11/73)
ayeti kerimesinden olduğu gibi Hz. Peygamber’in tüm ev halkıdır,
ancak özellikle esleri kastedilmistir. Nitekim Taberi Đkrime’den; Đbn
Sa’d da Urve’den bu sekildeki rivayetleri bunu desteklediği gibi,
önceki ve sonraki ayetler de bunu desteklemektedir. Đbn Asur söyle
demektedir:
Ehl-i Beyt, Hz. Peygamber (s.a.v)’in esleridir. Çünkü buradaki
hitap tıpkı önceki ve sonraki ayetlerde olduğu gibi onlaradır. Bu
konuda hiç kimsenin süphesi olmadığı gibi, Hz.Peygamber (s.a.v)’in
ashabı ve tabiin de bunda Hz.Peygamber’in eslerinin kastedildiğini
anlamıs ve bu ayetin onlar hakkında indiği söylemislerdir. Sahih-i
Müslim’in Hz. Aise’den rivayet ettiği: “Bir sabah Peygamber (s.a.v)
üzerinde siyah kıldan yapılmıs nakıslı bir pestamal olduğu halde
(dısarı) çıktı, derken Hz.Ali’nin oğlu Hz.Hasan geldi. Onu örtünün
altına aldıktan sonra Hz.Hüseyin geldi. Onunla beraber onu da
örtünün altına aldıktan sonra Hz.Fatıma geldi, onu da örtünün
altına aldıktn sonra Hz. Ali geldi, onu da örtü altına aldıktan sonra
söyle buyurdu: “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece sek ve süpheyi
(kötü huyları) gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzap
33/33). Hadise gelince, bu Hz. Peygamber (s.a.v)’in anılan kimseleri
bu ayetin hükmüne dahil ettiğini göstermektedir.
-----------------------------------------------
15
Dolayısıyla ayetin sarahatiyle Hz.Peygamber’in esleri O’nun
ehl-i beytinden olduğu gibi, O’nun duasıyla Hz.Fatıma, iki oğlu ve
esi (Hz.Ali) de ehl-i beyttendir.1
(Hadiste) Özellikle ehl-i beyt’in zikredilmesinin sebebine
gelince –Allah, daha iyisini bilir- :
Genellikle ev halkı ev sahibini ve durumunu iyi bilmezler.
Dolayısıyla hadisteki ehl-i beytten maksat, Hz.Peygamber (s.a.v)
siyreti hakkında bilgisi o an, izlediği yola vakıf, görüs ve hayat tarzı
ile ilgili düsüncesini bilen ilim ehli kimselerdir. [Zira] Ehl-i beytin
Yüce Allah’ın kitabıyla beraber zikredilmesi; “Allah ona kitabı,
hikmeti …öğretecek” (Al-i Đmran 3/48) ayetinde olduğu gibi ancak
bu sekilde uygun olur.2 Elbâni’ye göre Hz.peygamber’in Eslerine
hitap eden tathir (temizleme, arıtma) ayetide bunun gibidir.
Açıkça anlasıldığı üzere ehl-i beytten maksat, Resullullah’ın
sünnetine sımsıkı sarılan ev halkıdır. Dolayısıyla hadisteki ehl-i
beytten maksatta sünnetin kendisi olduğu için Zeyd bin Erkam
rivayet ettiği iki değerli seyden biri kılınmıs ve ilk değerli sey olan
Kur-an’la beraber (onun muklası) zikredilmistir. Nitekim Đbn Esir’in
en-Nihaye’de zikrettiği su sözü de bunu isaret etmektedir.
(Hz. Peygamber) Kitap ve Sünneti Sakâleyn (iki değerli sey)
olarak isimlendirmesinin sebebi çünkü onlara tutunmak ve onlarla
amel etmek değerli seylerdir. (Zira) çok değerli seylere sakâl denir.
Dolayısıyla Hz.Peygamber’in bunlara sakâleyn (iki değerli sey)
demesi onların değer ve önemlerini daha çok yüceltip önemini
artırmaktı içindir.
Netice olarak diyebiliriz ki, bu hadiste ehl-i beytin Kur-an’la
birlikte (onun mukabilinde) zikredilmesi “Benim ve Hulefa-yî
Rasidin sünnetine yapısın” hadisinde hulefa-yi rasidin sünnetinin
Hz.Peygamber’in sünnetiyle beraber zikredilmesi gibidir.
Büyük Đslam alimi Ali el-Kâri söyle der: Hulefa-yi raidin
Hz.Peygamber’in sünnetinden baskasıyla amel etmediler. Bu
sebeple sünnetin onlara izafe edilmesi, ya onların, onunla amel
etmelerinden, yahut da ondan hüküm çıkarmalarından ve onu
seçtiklerinden/tercih ettiklerinden dolayıdır.3
---------------------------------------------
1 İbn Asur, et-Tahrir ve’t-tenvir, 24/1516
2 el-Mirkat, 5/600
3 ……………………………………….
16
Anlasılacağı üzere Siilerin yukarıdaki ayet ve hadiste geçen
ehl-i beyti Hz.Ali, Hz.Fatıma, Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin’le
sınırlandırıp, Hz.Peygamber’in yakın akrabalarını ve eslerini bunun
dısında tutmaları, hevâları adına kelimeleri esas manalarından
tahrif etmelerinden kaynaklanmaktadır.
3. Itrat kelimesinden, Siilerin ehl-i beytten kastettiği dar
anlamı kastedildiği kabul edilse bile, onların delil olarak öne
sürdükleri hadi onlara delil olmamakta, bilakis onların delalette
olduklarını süphe götürmez bir sekilde ispatlamaktadır. Zira hiç
süphe yok ki ehl-i
beyt imamları bu delalet ve batıllardan son derece uzak kimselerdir.
Sahih yollarla onlardan sabit olanlar Siilerin iddialarıyla tamamen
zıt olup onlarla tezat teskil etmektedir. Onlardan sabit olanlarla
amel edenler, sadece ehl-i sünnettir.
Eğer Siiler genis veya dar anlamıyla ehl-i beytin üzerinde
olduğu gerçeklerle amel etseydi; süphesiz Siiliği tek edecek ehl-i
beyt imamlarının yaptığı gibi bütün güçleriyle onunla
savasacaklardı. Ne var ki Siiler inkarcıların Đslam’ı tahrif edip
bozmak için ehli beyt imamlarına isnat ettikleri iftira ve yanlıslara
sarılmaktadırlar.
Buraya kadar yaptığımız incelemeyle Siilerin delil
gösterdikleri sakâleyn hadisinin kendi aleyhlerine nasıl dönüstüğü
böylece ortaya çıkmıs bulunmaktadır.
Abdullah bin Ömer (r.a)’in rivayetine göre de Resulullah
(s.a.v) söye buyuruyor: “ Ümmetim yetmis üç fırkaya ayrılacak.
-----------------------------------------------
17
Bunlardan biri hariç hepsi atestendir.” Bunlar (kurtulanlar)
kimlerdir Ey Allah’ın Resulü? diye sorduklarında, Resulullah (s.a.v):
“Bunlar, benim ve ashabımın bulunduğu yolda olanlardır.” Baska
bir rivayette ise, “Onlar (Đslam) cemaatiyle beraber olanlardır”
buyurdu.1
Huzeyfe (r.a)’in rivayetine göre Peygamber (s.a.v) söyle
buyurmustur: “Bundan sonra (basa gelecek olan Ebubekir ile
Ömer’e uyunuz.”2
Abdullah bin Ömer (r.a)’in rivayetine göre Resulullah (s.a.v)
“Bir imamın etrafında toplanan Müslüman cemaate uyunuz.Zira
cemaatten uzak kalan/duran cehenneme girer.”3
Ebu Zerr (r.a)’dan rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v)
söyle buyurmaktadır: “Cemaatten bir karıs ayrılan kimse, boynunda
Đslâm halkasını çıkarmıstır (Đslam’la alakasını kesmistir).
2- Đsnaasariyye Siilerinin Đnançları ve Doğusu
Yine yukarıda kaydettiğimiz sorunun cevabına geçmeden
önce, Sianın ve özellikle Đsnaasariyye’nin akîdesini incelememiz
gerekir.
Đsnaasariyye’nin inançlarından, onların eski veya yeni
muteber kitaplarından haberdar olan herkesin gayet iyi bildiği gibi,
bu fırkanın itikadî inançlarıyla Hz.Muhammed (s.a.v)’in getirip,
Sahaklerinden ve onlara iyilikte uyanlardan güvenilir kimselerin
bize naklettikleri; (sünnete uyan) cemaatin ve Müslümanların
çoğunluğunun üzerinde olup gerçek Đslam’ın temel esaslarını
olusturan esaslar arasında tezat bulunmaktadır.
Bu fırkanın dini inançları, Yahudi dönmesi Abdullah bin Sebe
ve taraftarlarınca Đslam’ı tahrif etmek maksadıyla ortaya attıkları bir
takım batıl esaslara dayanmaktadır. Bu husus, aynı zamanda
Yahudilerin, Hristiyanlığı bozmak için papaz Pulus arcılığıyla
basvurdukları metottur.
Süphesiz arz ettiğimiz husus, Đslam tarihçilerinin üzerinde
ittifak ettikleri bir husustur. Đbn Teymiyye söyle der:
Siilik dinini kât eden tıpkı Hristiyanlığı kurnazlıkla bozan
papaz Pulus gibi, Đslam dinini kurnazca bozmak için küfrünü
(dinsizliğini) gizleyip Müslümanlığını ilan eden Yahudi bir
---------------------------------------------------------
1 Ebu Davut , Tirmizi, Ahmet,
2 Tirmizi, Đbn Mâce
3 İbn Mâce
18
zındıktır. Bu adam, (öncelikle) Hz.Osman öldürülünceye kadar
Müslümanların arasında fitne sokmak için çaba göstermis. Bu
olaydan sonra Đslam ümmetinin (çesitli) fırkalara ayrılması üzerine
imametin Hz.Ali’nin hakkı olduğunu ve imamların masum
olduğunu iddia etmis ve Hz.Ebubekir ile Hz. Ömer hakkında ileri
geri konusarak gerçek konumlarını bilmeyenlerin kalplerinde
onların hakkında bir takım süpheler meydana getirmek suretiyle
kâfir olmasa da sirkin anahtarı olan siilik bid’atı ortaya çıktı… siiler
de Hz.Peygamber (s.a.v)’e ve ehl-i beytine bir takım yalanlar isnat
ederek dinini değistirip tevhitle taban tabana zıt olan sirki icat ettiler
ve böylece yalanın her ikisini kendilerinde bulundurdular.1
El-Mükani’ni Tenkihul –Makal adlı eserinde naklettiğine göre,
sianın “cerh ve ta’dil” alimlerinin büyüklerinden el-Kessi söyle
diyor:
Alimlerin ifade ettiği üzere, Abdullah bin Sebe Yahudi idi.
Daha sonra Müslüman olup, Hz. Ali’nin yanında yer aldı, Yahudi
iken, “Yusa bin Nün Hz.Musa’nın naibi (vekili) dir.” derken,
Müslüman olduktan sonra buna benzer bir sözü Hz.Ali için söyledi.
Hz.Ali’nin imametini ilk ileri sürüp yayan düsmanlarını reddederek
muhaliflerine karsı olduğunu ilan edip, onları tekfir edende odur.
Bu sebeple, Siaya karsı olanlar “Siilik aslı Yahudilikten alınmıstır”
derler.2
(Sianın kısaca doğusunu arz ettikten sonra simdi de, üzerinde
ittifak ettikleri inançlarından bir kısmını arz etmeye çalısacağız:
Onlar az bir kısmı hariç sahabe (r.a)’nin Resulullah (s.a.v)’tan
sonra dinden çıktıklarına inanırlar3 ve bunların basında da,
Humeyni ‘nin Kesful Esrar adlı kitabının muhtelif yerlerinde
belirttiği üzere çevirdikleri dolaplarla Hz.Ali’den hilafeti gasp
ederek Allah’ın göndermis olduğu dinin hükümleriyle oyun
oynadıklarından dolayı ilk üç halife gelmektedir. Yine onlar, Hz.Ali
ile savastıkları için Hz.Aise validemizin, Hz.Talha ve Zübeyr’in de
dinden çıktıklarına inanırlar. Çünkü Hz.Ali ile savasmanın küfür
olduğu, inançlarının temel esaslarından biridir.4
-----------------------------------------------
1 İbn Teymiyye, Mecmuul –Fetava 27/171
2 el-Makani, Tenkihul-Makal, 184; El –Kesi, Ricalul Kessi 100
3 İbrahim ez-Zencani, Akaidul –Đmamiyyetul –isnaasariyye, 67
4 ez-Zencani a.g.e. 133
19
Çok hadis rivayet ettikleri için “müksirün” olarak anılan Ebu
Hureyre, Semure bin Cündüp ve benzerlerini ise deccal ve hadis
uyduranlar anlamına gelen “veddaun” olarak isimlendirirler.1
ĐMAMĐYYE’NĐN SÜNNETE SALDIRISI
Böylece kötü niyetli ve kurnaz Yahudiler, Resulullah (s.a.v)’in
sünnetini nakledenleri tekfir veya en azından onları fasıklıkla itham
etmek suretiyle insanların sünnete olan üven ve itimatlarını sarsarak
Đslam’a yöneltilebilecek en büyük darbeyi yöneltmislerdir
(vurmuslardır). Zira sünnete darbe vurmak, Đslam’ı temelinden
yıkmak demektir. Söyle ki, Kur-an’ı Kerim’in ihtiva ettiği hükümleri
daha çok ana hatları, kısa ve özet olarak verdiğinden ayrıntıya çok
az girmekte olup, bunların açıklama ve ayrıntıları sünnet tarafından
yapılmaktadır. Dolayısıyla, Đslam alimlerince kabul edildiği üzere
“Sünnet, Kitap’ın tamamlayıcısı” olduğundan sünnetin güvenilirliği
ortadan kalkınca, Đslam, hedefi bilinmeyen ve ne istediği belli
olmayan bir takım bilinmezliklerden ibaret kalır. Kaldı ki sahabeyi
ithaf etmek, sadece sünnetin değil, aynı zamanda Kur-an’ın da
güvenilirliğini ortadan kaldırmaktadır. Zira bizlere Đslam üzerinde
olduklarını söyleyen sahabeler ise tevatür sınırına ulasmakla
beraber hepsi Kur-an’ı toplayanlardan da değildir.
Ayrıca imam Mali ve benzerlerinin dediği gibi2 sözü ettiğimiz
inancın doğusundan maksat, Resulullah hakkında “Muhammed
kötü bir adamdı ve kötü arkadasları vardı. Eğer o iyi olsaydı,
arkadasları da iyi olurdu. ……….. akıl, nakil ve tecrübeyle sabit
olduğu üzere her murabbi, yetistirdiği insanları kendisi gibi
yetistirir” denmesi için O’nu karalayıp saldırmaktadır.
Yine Ebubekir el-Bakılani’ni de ifade ettiği üzere,bu inanç,
kçınılmaz olarak doğrudan Đslam’ı geçersiz kılmaktadır. Zira,
Sahabenin nasları gizleme hususunda birlesmeleri ve herhangi bir
amaçtan dolayı bu konuda anlasmaları/hem fikir olmaları mümkün
olduğu zaman, naklettikleri bütün hadislerin yalan olması ve asıl
Kur-an’ın daha fasih (açık, anlasılır, akıcı) bir kitapla değistirilmis
olması [dolayısıyla elimizdeki Kur-an’ın Allah kelamı olmaması],
ancak sahabenin bunu gözlemis olması da mümkün olacaktır.3
----------------------
1 ez-Zencani, a.g.e. 25
2 …………. Minhacu’s –Süne, 3/123
3 ……..es-Savaiku’l- Muhrika, 44
20
Süphesiz, sünnetin varlığı devam ettikçe, hiçbir kimsenin
Đslam’ı tahrif etmeye ve içine baska seyler sokmaya gücü
yetmeyecektir. Bu sebeple, bunun tek yolu; Kütüb-i Sitte, müsned,
mu’cam vs. kitaplarda tedvin edilen (kayıt altına alınan) sünnetin
güvenilirlik ve itibarını düsürmektedir.
Alimlerden biri söyle diyor:
Đmamiyyeyi diğerlerinden ayıran hususlardan biri de;
imamiyyenin ehl-i beyt yoluyla sahih olarak rivayet edilen imam
Sadık’ın babası Bâkır’dan, onunda babası Zeynel Abîdin’den , onun
da torun Hüseyin’den onun da müminlerin emiri olan babasından,
onun da Resulullah (s.a.v)’den rivayet ettikleri hadisten baska hadi
kabul etmemeleridir.Ebu Hureyre, Semure bin Cündüb, Mervan bin
Hakem, Đmran bin Hitan el-Harici, Amr Bin As ve benzerlerinin
rivayet ettikleri hadislere gelince, doğrusu bunların Đmamiyye’nin
yanında bir sinek kadar değeri yoktur.1
Đmamiyye’nin en muteber Usulu’l –Hadis kitaplarından
birinde de söyle denilmektedir:
“Avam (sıradan insanlar)ın sahih olarak kabul ettikleri de
dahil, rivayet ettikleri hiçbir hadis sahih değildir.”2 Avam’dan
maksatları, Ehli sünnet ve’l -cemaattir. Kendilerine ise; Seçkinler,
önde olanlar anlamına gelen “Hassa” tabirini kullanırlar.
ĐMAMĐYYE ĐMAMLARININ MASUMĐYETĐ VE TAKĐYYE
Sia; sünnetin itibarını düsüremeyeceklerini, yaptıkları tahrifat
ve gizli planlarının yaygınlık kazanamayacağını anlayınca, bunun
yerini tutacak bir alternatif olmak üzere ancak ehl-i beyt yoluyla
rivayet edilen hadislerin sahih olabileceği; on iki imamın masum
olduğu, bilerek veya bilmeyerek onlardan hatanın meydana
gelmediği düsüncesini mezheplerinin temel esası haline getirdiler.
Daha sonra, onları ( on iki imamı) Peygamberlerin ismetinden
de öte bir ismet (günahtan korunmusluk, günahsızlık) la
vasıflandırdılar, Đslam’ın naklini (bize kadar ulasmasını) onlara
hasrettiler. Onlara sünnet altında aslı olmayan bir takım seyler isnat
ederek değisik bir sünnet, dolayısıyla da değisik bir Đslam ortaya
çıkardılar. Böylece ehl-i beyt sevgisi ve Đslam’ı koruma/ savunma
sloganıyla Đslam’ın bu büyük esasını yıkmak suretiyle yapmak
istediklerini tamamlamıs oldular.
------------------------------
1 Muhammed Hüseyn Âlu Kasiful –Ğatta; Asru’s –Sati ve usulu hadis.
2 ……………………….Vusulu’l –Ahbar, 94
21
Gerçek su ki Siiler ehl-i beytin en büyük/can düsmanlarıdır.
Ancak onlara bu iddialarını ehl-i beytin dedeleri olan
Hz.Peygamber (s.a.v)’in getirmis olduğu dini tahrif etmek, içine
hurafeler sokmak, ümmetin arsına ayrılık ve ihtilaflar sokmak için
bir araç olarak kullanmıslardır. Zira onların ehl-i beyt için biçtikleri
derece ve mertebeler ehl-i beyt tarafından kabul edilmediği gibi,
bundan dolayı ehl-i beyt onları lanetleyerek onlardan iliskilerini
kesmislerdir. Nitekim Đbn Asakir’in rivayetine göre Hasan el-
Müsanna Siilerden bir adama söyle diyor. Allah’a yemi ederim ki,
eğer Allah bize imkan tanısaydı, ellerinizi ve ayaklarınızı keser,
sonra tövbelerinizi de kabul etmezdik. Bunun üzerine bir adam :
Peki tövbeleri niçin kabul etmezdin? deyince ,Hasan söyle der: Biz
onları daha iyi biliriz onlar diledikleri zaman doğruyu söyle,
diledikleri zaman da yalan söyler ve bunu takiyyede doğru bir sey
olduğunu iddia ederler.1
Đbn Asakir veDarakatni ‘nin rivayetlerine göre, Hz.Ali der ki:
Bir kimsenin beni Hz.Ebubekir ile Hz.Ömer’den üstün tuttuğunu
görürsem, onu müfteri cezası ile cezalandırırım.2
Siiler; takıyye düsüncesinin benimsenmeden yapmak
istediklerinin tamamen basarıya ulasamayacağını görünce
[takıyyeyi icat ettiler.] Çünkü söyledikleri hiçbir sey, onlardan baska
hiçbir ehl-i beytten nakledilmemistir. Oysa ehl-i beyt bunların
(Siilerin) naklettiklerini savunmus olsalardı, bunları baska insanlara
da iletmeleri gerekecek ve dolayısıyla Siilerden baska da bunları
nakleden bir çok kimse olacaktı.oysa en ufak bir süphe
bulunmaksızın ehl-i beytin tespit edilen görüsü, silerin
naklettikleriyle taban tabana zıt bulunmaktadır. Zira Hz.Ali (r.a)
kendisinden önceki üç halifenin hilafetini kabul ederek onlara itaat
etmistir.
Buhari’nin rivayetine göre, Resulullah (s.a.v) (vefat
hastalığıyla) hastalandığında Hz. Abbas, Hz.Ali (r.a)’ye : ‘Ben,
Abdulmuttalip oğullarının yüzündeki ölüm çizgilerini çok iyi bilir
ve anlarım. Gel, Resulullah (s.a.v)’den soralım. Eğer bu is (hilafet)
bizim hakkımız ise öğrenmis oluruz’ dedi. Bunun üzerine Hz. Ali :
‘Vallahi, eğer bunu Resulullah (s.a.v)’e sorup o da bunu bize
-------------------------
1 İbn Asakir, Tarih, 4/165
2 …………………..es-Savaik, 58
22
vermezse, ondan sonra da halk bunu bize vermez. Onun için
vallahi, ben bunu Resulullah’a sormayacağım’ der.1
Ehl-i sünnet kitaplarında ispatlandığı üzere Hz. Osman (r.a)’ın
katlinden sonra halk, Hz.Ali’ye biat etmek istemis ancak o, bu
tekliften hoslanmamıs ve bunu reddederek söyle demisti: ‘Beni
(kendi hakime) bırakın, baskasını bulmaya çalısın… Size vezir
(yardımcı) olmam, Hakkınızda emir olmamdan daha hayırlıdır.2
Yine Nehcu’l-Belağe’de3 de zikredildiği üzere, Hz.Hasan da
Hz.Muaviye’nin hilafetini kabul etmistir. Ve buna benzer daha
birçok hadise bizzat ehlibeyt tarafından nakledilmektedir ki, burada
zikrettiklerimizle yetineceğiz.
Đste buraya kadar naklettiklerimizden dolayı (yukarıda da
zikrettiğimiz gibi) Siiler takiyyeyi icat ederek imamlar (on iki imam
veya ehl-i beyti önde gelenleri) takiyye yapardı dediler, imam Cafer
ve babasının güya” takiyye, benim ve atalarımın dinlerinin icabıdır;
dolayısıyla takiyye yapmayanın dini yoktur” dedikleri
yakıstırmasında bulundular …ki kitaplarında bunun gibi daha
birçok yakıstırmalar bulunmaktadır.
Gerçek su ki, dinleri ancak icadettikleri takiyye sayesinde
kuvvet bulup yaygınlık kazanmıstır. Aksi takdirde ne dinleri devam
eder, ne de görüs ve düsünceleri yaygınlık kazanırdı.
Alimlerin ileri gelenlerinden büyük alim ibn teymiyye ile hafız
zehebi söyle derler:
Takiyye Siilerin ayırt edici özelliğidir. Siarları ahlaksızlık;
büründükleri (arkasına gizlendikleri) nifak ve takiyye; sermayeleri
de, sınırı asıp inkarcılığa sapmasalar bile yalan ve yalan-
-------------------------------------------------
1 Buhari ……………..
2 Bkz. Đbn Kesir, El-Bidaye ven-Nihaye- 7/226
3 Nehcu’l-Belağe, 1/182; ………………………….el-usul mine’l –Kâfî, 2/219, 224.
Siiler Nehcu’l-Belağe’nin Hz.Ali’ye ait olduğunu ve Kur-an’ı Kerim’den sonra en sahih
kitap olduğunu iddia ederler. Gerçek su k, bu kitapta zikredilenlerin çoğu, Hz.Ali’ye atfen
söylenen uydurma seylerden ibarettir. Bu konudaki sanıklar ise, Rıza ve Murtaza adında iki Sii
kardestir. Kitaptaki Hz.Ali’ye ait sözler var ise diğerlerinden ayırt edilmemistir.
Đbni Teymiyye ve Zehebi söyle derler:
Đlim Ehli biliyor ki, bu kitapta geçen sözlerin çoğu, Hz. Ali’ye atfen uydurulmus
iftiralardan ibarettir. Zira bunların çoğu, eski kitaplarda olmadığı gibi, senetleri de
bilinmemektedir. Bu Hz.Ali veya Hz. Abbas’ın soyundan olduğunu iddia edipte, soyundan
böyle bir iddiada bulunan kimseyi bilmediğimizden, yalancı olduğu ortaya çıkan kimsenin
iddiasına benzemektedir. Kaldı ki bu hutbelerde, Hz.Ali’den süphe götürmez sekilde tam tersi
sabit olan birçok husus bulunmaktadır.
------------------------------------
(…………el-Muntaka min minhaci’l-i’tida 449(ayrıca
bkz. S 535); ……………………..el-Beyyinat, 1/36 .
23
yeminlerdir. Dilleriyle kalplerinde olmayan seyleri söyler ve Cafer
sadık’ın “takiyye benim ve atalarımın dinidir” iftirasında
bulunurlar. Oysa Allah ehli beyti bundan uzak tutmustur. Onlar
iman ve doğruluk bakımından insanların en üstün olanlarıydılar.
Dinleri de, takiyye değil takva idi.1
Aslında Siiler, ehl-i beyt imamlarına takiyyeyi yakıstırmakla,
varmak istedikleri hedefte, edindikleri yolu sağlamlastıracaklarını
zan ederken, attıkları temeli yıkacaklarının farkında
değillerdi.çünkü onların tasvir ettiğine göre takiyye yalanı nifak ve
hileden ibarettir. Dolayısıyla takiyye yapmayı gerekli görenleri
hiçbir haberine güvenilip itimat edilemez. çünkü verdikleri bütün
malumatlar takiyye ihtimali tasımaktadır.Đste bu sekilde,
bildirdikleri seylerde takiyye olma ihtimali olduğu için, gerek ehl-i
beyt imamlarına isnat ettiklerine gerekse Rafizi veya Caferi
mezhepleri karsı güven ortadan kalkmıs oldu.
Yalan, nifak ve hileye “takiyye” ismini vererek mezheplerinin
temel esası yapmaları ve mutlaka yapmaları gereken bir görev
olarak telakki etmeleri yüzünden Siiler arasında yalan, atesin kuru
ot arasında yayıldığı gibi yayılmıs ve insanların en yalancıları olarak
kabul edilmislerdir. Öyleki “falan adam Siilerden de yalancıdır”
sözü bir ata sözü haline gelmistir. Sahih olarak nakledildiğine göre
imam Safii “Hevasına uyanlar içerisinde Siilerden daha çok yalancı
sahitlik yapan yoktur.”derken imam malik : “onlarla
konusma,onlardan (hiçbir sey) rivayet etme,çünkü onlar yalan
söyler .” demektedir.2
Đbni Teymiyye de söyle demektedir:
Nakil, rivayet ve isnad ilimleriyle ilgilenen alimlerin ittifakıyla
Siiler, bu konuda yalan uyduranların en yalancılarıdır ve yalanları
eskilere dayanmaktadır. Bu sebeple Đslam önderleri (imamları)
onları, diğerlerinden yalanlarının çokluğuyla ayırırlar.3
Bu sebeple, durumlarını inceleyip deneyerek öğrenen bütün
hadis, cerh ve ta’dil alimleri onların bütün rivayetlerini reddederek
hiçbirini kabul etmemistir.
------------------------
1 El muntaka, 73
2 …… El – muntaka min minhaci’l – i’tidal, (34 )
3 ibni teymiyye, minhacu’s-sünne, (1/13)
24
Süphesiz (ileri gelenlerin uydurdukları yalanlar, sadece
onlarla sınırlı kalmamıs, bil’akis bu) yalanlar onları seçen halka da
sirayet etmistir. Çünkü “insanlar,hükümdarlarının dini
üzerindedir” bu sebeple de halkın onlara (bastaki imamlarına)
muhalefet edenleri “hain” ve “Amerikacı” damgaladıklarını
görürsün. Tıpkı “hem kel, hem fadul” veya “hem suçlu, hem güçlü”
deyimlerinde vurgulanmak istendiği gibi, yalancı ve iftiracı
oldukları halde, bundan uzakmıs gibi davranırlar, dahası dürüst
insanları yalancı ve iftiracı olarak suçlarlar.
ĐMAMLARIN GAYBI BĐLDĐKLERĐ VE Hz. FATMA’YA
VAHY ĐNDĐĞĐ ĐDDĐALARI:
Đmamiye’nin inançlarından biride; on iki imamın geçmisi ve
geleceği bildiklerine inanmalarıdır. Baska bir ifadeyle, (onlara göre)
imamlar yüce Allah’ın bildiği her seyi bilmekte, istedikleri zaman
bilebilmekte ve haklarında asla hata ve gaflet düsünülmemektedir.
Yine (inançlarına göre) her peygamber sadece kendi seriatını bildiği
halde, imamlar bütün peygamberlerin seriatını bilmektedir.yüce
Allah yasama ve yaratma ile ilgili konularda onlara vekalet vermis;
helal ve haram kılma konularında olduğu gibi, kainatta tasarruf
etme konusunda da onlara yetki vermistir. Ki küleyni, el-kafi isimli
kitabında bunların her biri için ayrı bölümler tahsis ederek
açıklamıstır.
Đmamiye’nin inançlarından biride; Hz peygamber (s.a.v)in
vefatından sonra, Cebrail (a.s)in Hz.Fatma validemize vahiy
getirdiğine, Hz. Ali(r.a)nin gelen vahyi yazdığına ve böylece Hz.
Fatma nın mushafı olarak isimlendirilen ve kur’an-ı kerimin üç kat
büyüklüğünde –ki içinde kur’an’dan birtek harf bile yoktur- bir
mushafın olustuğuna inanmalarıdır.1 Ki bu, nübüvvatin son
bulduğu, inancını inkar etmek demektir.
Ünlü Đslam alimi ed- dihlevi söyle demektedir:
Aslında imamiyye mezhebinin batıl olması kullandıkları
“imam” kelimesinden anlasılmaktadır. Zira onlara göre imam;
ma’sum, itaatı farz ve gizli vahye muhatap olan kimsedir. Bu ise
“nebi” (peygamber) in manasıdır. Dolayısıyla mezhepleri,
nübüvetin inkarını gerektirmektedir.2
------------------------------------
1 Bkz ….el-usul mine’l – kafi, 1/239 vd, hümeyni kesful-esrar,143.
2 Ed-dihlevi, ed- dürrus-semin, 4-5.
25
İmamiyenin imam hakkındaki bu inançlarından dolayı iran’ın
(miteveffa) dini lideri söyle demektedir:
Đmam; övgüye layık bir makama, yüce bir mavkiye, kainatın
bütün zerrelerinin otoritesine boyun eğdiği tekvini hilafete sahiptir.
Hatta bu sebeple imamlarımızın sahip olduğu makama, ne
mukarrab bir melekin, ne de gönderilmis bir peygamberin
ulasmadığına inanmak, mezhebimizin inanılması zorunlu olan
ilkelerinden olmustur… elimizdeki rivayetlere göre, bu makama
ancak Hz. Fatma (allahın selamı üzerine olsun) sahip olmustur.1
Muhammed bakır hakkında yazdığı vasiyetinin
mukaddimesinde ise:2
“Allah, resulü, ve on iki imam dısında hiç kimse ne ona
(muhammed bakıra) ulasmıs ne de ulasmaya gücü
yeter.”demektedir.
görüldüğü üzere imamiyye; imamlara peygamberlerin
derecelerinden de üstün, uluhiyete yakın, hatta uluhiyet derecesiyle
aynı dereceler izafe etmektedirler. Ve bütün bunlar, Đslam’ın kural
ve esaslarıyla zıt olan bu sahte inançları uyduranların islam’ın temel
esaslarında yapmak istedikleri değisiklik ve tahriflerin tamam
olması için yapılmaktadır.
RĐC’AT
Đmamiyye’nin, üzerinde ittifak edip kabul ettikleri
inançlarından biri de, tarihen sabit olduğu üzere babası geride nesil
bırakmadan ölen, doğmamıs ve doğurmamıs sözde (mevhüm)
mehdi’nin zuhuru sırasında on iki imam’ın taraftarları ve
düsmanlarıyla beraber geri döneceklerine inanmalarıdır.3
Onların on iki imam’ın düsmanlarıyla kast ettikleri, hulefa-i
rasidin’den ilk üçüdür. Çünkü onlara göre bu üçü, ehl-i beyte karsı
düsmanca tavırlar sergileyerek Hz. Ali (r.a) den hilafeti gasbetmis,
Hz. Fatma (r.a)yıda babasından (s.a.v) kendisine kalan mirastan
men etmis yoksum bırakmıslardır. Yine onların düsmandan
maksatları; Hz. Ali ile savasan ve içlerinde Hz. Aise, talha ve
zübeyr’in de bulunduğu herkestir.
-------------------------------
1 Hümeyni, el- hukumetu’l islamiyye, 52
2 el-vasiye, 11
3 Bkz…..el-munteka, 33,184
26
İste mehdi’nin zuhuru sırasında, yukarıda anılanlar geri
dönecek, imamlar düsmanlarından intikam alacak ve onları en kötü
sekilde öldürecektir.
Sia alimlerinden meclisi: “ric’atın sübutu bütün sia’nın ittifak
ettiği bir husustur” derken1, Đbrahim ez zencani, “ric’at, sia’nın
inanılması zaruri olan inançlarındandır” demektedir.2
Ric’at inançının ortaya atılmasından maksat; bir taraftan ehl-i
hakkındaki asırılıkların artması, diğer taraftan meziyetlerine inanan
mümin gönüllere sahabe’nin önemli sahsiyetleri hakkında kin ve
nefret duygularını sokarak onlara düsman olmalarını sağlamak ve
böylece imamların, hilafet ve imamet hakkındaki ilahi naslara güya
muhalefet eden resullullah(s.a.v.) ın sahabelerinden intikam
alacaklarına dair söyleyip kaydettikleri saçma sapan seylerle Đslam
birliğini parçalamaktır. Zira bu nevi söylentiler geçmiste olduğu
gibi, günümüzde ve gelecekte de yanan fitne atesini daha da
alevlendirmekte, Đslam birliğine zarar vermekte, Müslümanları
birbirine yaklastırıp anlasmalarına yardımcı olan bütün duygu, istek
ve düsüncelerini yok etmektir.
Surası bilinmeli ki, buraya kadar zikrettiklerimiz ve daha kat
be kat fazlası, Siilerin kura’nı kerimden sonra en sahih ve en
güvenilir kütap olarak kabul ettikleri küleyni’nin, ehl-i sünnetin
kuran’dan sonra sahih kitap olarak kabul ettikleri buhari
konumundaki “el-kafi” isimli kitabında; nasiruddin et-tusi’nin “ettecrid”,
Đbrahim ez-zancani’nin “el-akaidul-imamiyye” ve
humeyni’nin “kesful-esrar” isimli kitaplarında zikredilmektedir. Bu
konuda genis bilgi edinmek isteyenlerin, adı geçen kitaplara
bakmalarını tavsiye ederek bu konuyu noktalamak istiyoruz.
SĐĐLĐK VE RAFĐZĐLĐK ARASINDAKĐ FARK
Dikkat çekilmesi gereken hususlardan biri de, Siilik ve
Rafizilik kavramları arasındaki farktır.
Siilik; Hz Ali (r.a)’ye sevgi duymak ve o’nu Hz. Ebu Bekir ile
Hz. Ömer (r.a) hariç, bütün sahabelerden üstün tutmak demektir.
Büyük Đslam alimi ibni Teymiyye söyle demektedir:
Hz. Ali ile arkadaslık yapan veya o dönemde yasayan eski
(önceki) Siiler, Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer’in üstünlükleri için
-----------------------------------------------
1 İbrahim ez- zencani,… akaidul- imamiyye, 2 / 239
2 ez-zencani, …..a.g.e. 2 / 241
27
çekismis değillerdi. Onların çekismeleri, Hz. Ali ile Hz. Osman’ın
üstünlükleri içindi. Bu, basından sonuna bütün büyük Sii
alimlerinin kabul ettikleri bir husustur. Nitekim Ebu Kasım elbelhi’nin
naklettiğine göre, bir adam Serik b. Abdullah’a: “Ebu
Bekir mi daha üstün, Ali mi?”diye sorar. Serik: “Ebu Bekir” ,
deyince, adam: “sen bir sii iken böyle söylüyorsun, ha?” deyince,
serik söyle dedi:
- Evet, böyle söylemeyen sii değil. Allah’a yemin ederim ki, bu
bozuk düsünceler Hz. Ali’ye de iletilmisti, ama o: “dikkat edin
haberiniz olsun! Peygamberlerinden sonra bu ümmetin en hayırlısı
(üstünü) Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer’dir” demisti. Hal böyle iken,
biz, onun sözünü nasıl reddeder ve onu nasıl yalanlarız. Allah’a
yemin ederim ki, o, yalancı değildi.1dolayısıyla buna göre Hz.
Ali’nin diğer sahabelere karsı yaptığı savaslarda haklı olduğu,
onunla savasanların hata yaptıkları,ancak onların bu hatalarının bir
ictihad hatası olduğundan dolayı onları günah ve fıska sokmadığı,
bilakis bundan dolayı sevaba nail olup bir ecir elde edecekleri
konusunda icma’da bulunan Ehl-i sünnet vel-cemaat sia’ya dahil
olduğu gibi diğer sahabeler ile haricilere karsı yaptığı savaslarda
Hz. Ali’nin yanında yer alan bütün sahabe ve diğer taraftarları da
sia’ya dahildir.
Rafiziliğe gelince; bunun ilk asaması, Hz. Ali’yi Hz. Ebu
Bekir ile Hz. Ömer’den üstün tutmaktır. Đkinci ve birinciden asırı
olan asaması,Hz. Ali’nin dısındaki diğer üç halifenin hilafetini
reddederek, hilafetlerinin batıl olduğuna inanmak ve onlara dil
uzatmaktı. Üçüncü ve en asırı asaması ise, üç halifeyi tekfir edip,
ric’atın vukuuna inanmaktır.
Kastalani söyle der:
1 ibni teymiyye, minhacü’s-sünne, 1/3-4.
İbni teymiyye, adı geçen eserde söyle demektedir:
Bu (sia) mezhebin aslı; Hz. Ali (r.a.) nin hayatta iken cezalandırdığı bir kısmını atesle yakıp, bir
kısmının’ da öldürülmesini istediği, ancak kaçtıkları için cezalandıramadığı ve bir kısmı da –ki
bunlar, ondan gelen rivayetlerde sabit olduğu üzere onu Ebu Bekir ile Ömer’den üstün
tutanlardır. Bir çok yolla kendisinden mütevatir olarak rivayet edildiğine göre küfe minberinde
orada hazır bulunanlar da duyabileceği sekilde;
Dikkat edin peygamberlerinden sonra bu ümmetin en üstünü, Ebu Bekir ile Ömer’dir,
buyurmus buhari vb. rivayet ettikleri üzere oğlu Muhammed ibni hanefiyye de aynı fetvayı
vermistir. – dayak cezası ile tehdit ettiği inançsız münafıklar tarafından ortaya atılmıstır.(ibN-İ
------------------
teymiyye, a.g.e. 1/ 3 )
28
Siilik; Hz. Ali sevgisi ve o’nu (Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer dısında)
sahabelerden üstün tutmaktır. Bu sebeple onu (Hz. Ali’yi) Hz. Ebu
Bekir ile Hz. Ömer’den üstün tutan Siilikte asırı gitmis ve O artık Sii
değil, Rafızi olarak isimlendirilir. Bununla beraber eğer sahabeye dil
uzatır veya onlardan nefret ettiğini açıkça ilan ederse Siilikte birazda
asırı gitmis ve eğer ric’ata da inanıyorsa daha çok asırı gitmis
(asırılıkta son noktaya varmıs) tır.1
Siilik ve Sii ismi olarak Siilerden bazılarının Zeyd (r a.)den,
Hz, Ebu Belir ile Hz. Ömer den beri olduğunu söylemesini
istemeleri üzerine Zeyd’in bu isteklerini reddederek onları
azarlamasından ötürü Zeyd’i terk etmeleri ve Zeyd’in onlara: “Beni
terk ettiniz, ha” demesi üzerine veya onların Hz. Ali’nin dısındaki
üç halifenin halifeliğini reddetmeleri üzerine ortaya çıkmıstı. (Zira
Siilik ve Sii kelimeleri Arapça’da “terk etmek, reddetmek”
anlamlarına gelmektedir.)
Doğrusu alimler çoğu kez “Siilik” kelimesini Siiliği içine
alacak sekilde umumi (genel) anlamda kullanırlar. Anlasılacağı
üzere, imamiyye mezhebine mensup olan günümüzdeki Siiler,
kendilerinin de ittifak ettikleri üzere Siilerin asırılarından sayılırlar.
Nitekim, makani, “tenkihu-l –mekal” adlı eserinde 2 söyle
demektedir:
Daha önceleri (geçmiste) “asırı” sayılan seyler, günümüzde
“normal” ve mezhebin inanılması zaruri olan ilkelerinden
sayılmaktadır. Bu, onların cerh ve tadil ile ilgili en büyük ve en yeni
kitaplarında yer alan ilmi bir tesbittir. Adı geçen kitapta
kaydedildiği üzere bizzat alimleri, mezheplerinin geçirdiği değisik
merhalelerden sonra bu hale geldiğini itiraf ederler.ki bu,
mezheplerinin beser tarafından düzenlendiğini göstermektedir.
Bütün ehl-i sünnet ve’l cemaat arastırma alimleri ile sii alimlerinin
belirledikleri hususlardan biride, mezheplerinin değisik devreler
geçirdiği hususudur. Nitekim bugün ki imamiyye safevilerden
önceki imamiyye den; safeviler dönemindeki imamiyye de
büvehilerden önceki imamiyyeden tamamen farklı olması da bunun
en açık delillerindendir.
-----------------------
1 Kastalani, hedyüs-sari, 460.
2
29
Sii alimlerinden Musa el-musevinin “es-siatul ve-tashih” adlı
kitabını okuyan, (konuyla ilgili) son derece sasırtıcı ve tuhaf
hususlarla karsılasacaktır.
3. SİİLERİN İSLAMI VE KÜFRÜ HAKKINDAKİ GÖRÜSLER:
sahabenin önde gelenlerinin küfrüne inandıklarından dolayı
alimler, geçmiste hep Siilerin tekfir edilip edilmeyecekleri
konusunda tartısmıs ve basta imam malik(r.a.) olmak üzere bir
çokları onların dinden çıktıklarına hükmetmislerdir. Kadi iyaz’ın
naklettiğine göre imam malik söyle demektedir.
Sahabeyi sevmeyen veya onlara dil uzatan kimsenin,
Müslümanların ganimetinde hakkı yoktur. Ali-el kari bunun
açıklamasında: imam malik, bununla onların Đslam cemaatinden
çıktıklarını kastetmektedir, der.
Yine kadi iyaz’ın naklettiğine göre imam malik söyle
demektedir:
Hz. Muhammed (s.a.v.) efendimizin sahabelerine öfkelenip
kırgınlık duyan kafirdir. Çünkü yüce Allah söyle buyurmaktadır:
“Allah böylece onları (sahabı) çoğaltıp kuvvetlendirmekle
kafirleri öfkelendirir.”(fetih,29)(54).
Siileri tekfir eden alimlerden biride,imam sübki’ dir. Sübki,
yazdığı bir risalede –ki bu risale “fetva”sının ikinci cildinin sonuna
ilave edilerek yayınlanmıstır-Kuvvetli delillerle hem Siileri dinden
çıktıklarını ispatlamakta, hem de bu konuda tereddüde düserek
yorum yapmaktan kaçınanların görüslerini çürütmektedir.
Hanefi alimlerden bazılarına göre de, Siiler kafir olarak
öldürülmeleri gerekmekte ve tövbeleri asla kabul edilmemektedir.1
Ancak alimlerin çoğunluğuna (cumhura) göre sadece sahabenin
önde gelenlerini tekfir etmekle değil, bütün sahabenin tekfir
edilmesiyle dinden çıkılır.2
ÇAĞDAS ALİMLERDEN SİİLERİ TEKFİREDENLER.
Đçlerinde büyük alim Sait Havva ve Nasıruddin el-Elbani’nin
de bulunduğu birçok çağdas alim de Siilerin kafir olduklarına
hükmetmislerdir. Ancak bu hüküm, onların, sahabenin önde
gelenlerini tekfirlerinden dolayı değil, bilakis asağıda
1 Bkz.
2 Bkz.
30
nakledeceğimiz inançlar gibi küfrü gerektiren baska inançlarından
dolayı verilmistir. Mesela onlar Resulullah (sallallahu aleyhi
vesellem)’tan sonra Hz. Fatma’ya vahyi indiğine inanmaktadırlar.
Bu ise Hz. Fatma’nın nübüvvetine hükmedip, nübüvvetin son
bulduğu inancını reddetmek demektir. Yine onlar, Allah’ın,
imamlara kainatta tasarruf etme yetkisini verdiğine inanırlar. Bu ise,
müsriklerin putları hakkındaki inançlarının aynısıdır. Yine onlar,
Allah ’ın imamlara helal ve heram kılma yetkisini verdiğine
inanırlar. Bu da ehl-i kitabın, hahamları ve rahipleri hakkında
tasıdıkları inancın aynısıdır. Yüce Allah söyle buyurmaktadır:
“(Yahudiler) Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını),
(Hiristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesihi (Đsa’yı) rablar
edindiler….”(tevbe, 31)
sahih hadiste rivayet edildiği üzere Hz. Peygamber (sallallahu
aleyhi vesellem), onların, hahamlarını ve rahiplerini rap
edinmelerini, “helal kıldıklarını helal, haram kıldıklarını da haram”
olarak kabul etmeleri seklinde açıklamıstır.1
Gayp bilgisi konusunda imamların Allah ’a ortak olduklarını,
imamların peygamberlikten de üstün derecelere sahip olduklarına
inanmaları da Siilerin küfrünü gerektiren inançlardandır.
Yine basta “kafi” olmak üzere kendilerince en sahih olarak
kabul edilen kitaplarında yoruma mahal bırakmayacak kadar açık
ve kesin ifadelerle kuran-ı kerimde tahrif ve eksikliklerin olduğuna
ve yüce Allah’a “beda” izafe etmelerine yani “Allah’ın belli bir
sekilde vuku bulacağını haber verdiği bir olayın daha sonra baska
bir sekilde gerçeklesebileceğine” dair en güvenilir senetlerle rivayet
edilen birçok rivayetlerin olması da onların dinden çıktıklarını
göstermektedir.
Ancak biz sii alimlerin den çoğunun, yazdıkları kitaplarda bu
iki inancı reddettiklerini görmekteyiz. Doğrusu bu, bizi hayrete
düsürmektedir. Zira, yukarıda da kaydettiğimiz gibi, bu rivayetlerin
en güvenilir senetlerle en sahih kitaplarında nakledildiğini ve bir
çoğunun yorum kabul etmeyecek kadar kesin ve net ifadelerle
rivayet edildiğini görmekteyiz. Eğer bu bir takiyye değil ise –zira
biliyoruz ki, onlara göre takiyye yapmak vaciptir- peki bunun
sebebi nedir?
-----------
1 ……..
31
Kendilerine göre en güvenilir alimlerinden biri olan kari etteberi’nin
yazmıs olduğu “faslul-hitap fi tahrifi kitabi rabil-erbab”1
adlı kitabında, sözde en güvenilir kitaplarından naklettiği iki bini
askın rivayetle inançlarına göre kuranın muharref olduğunu
ispatlamaya çalısmaktadır. Son muhaddislerinden olan Muhammed
bakır el-meclisi de “mir’atul-ukul” adlı eserinde söyle demektedir:
Anlam bakımından mütavatir olan birçok rivayet (hadis)
açıkça kuranın muharrefe eksik ve değisikliğe uğradığını
göstermektedir. Ki bunların hepsini reddetmek, doğrudan bütün
hadislere olan güvenin ortadan kalkmasını gerektirmektedir. Kaldı
ki, kanaatimce bu konuda nakledilen rivayetler sayı olarak imametle
ilgili rivayetlere ulasmaktadır.2
Surası bir gerçektir ki, basta en büyük muhaddislerinden
küleyni olmak üzere önde gelen alimlerinin büyük kısmı kuranın
tahrife uğradığını iddia etmektedir. Simdi biz onlara soruyoruz:
Kuranın tahrife uğradığına inanmak küfürmüdür, değilmidir.
Eğer “hayır, küfür değil” derlerse, dinden çıkarak kafir
olurlar. Yok, eğer “evet, küfürdür” derlerse, bu sefer onlara söyle
sorarız:
Kafirlerin naklettikleri haberlere güvenmek, Đslam ’i
konularda kitaplarını kaynak almak ve Müslümanlara imam
olmalarını kabul etmek caizmidir? Ve kafirleri tekfir etmeyen
Müslüman sayılırmı?
Tahrif komedisini hazırlayanların amacı, Đslam’ın birinci
kaynağı olan kuran ’ı kerim’e duyulan güveni ortadan
kaldırmaktır. Zira, eğer mevcut (varolan) kuran eksik ise, çıkarılmıs
olan kısmın elde mevcut olan kısmı mesh etmesi de caiz olabilir.
Siilerin tahrif konusunu ortaya atmalarındaki amaçlardan
biride güya Kuran’ın tahrifine cüret edip hoslarına gitmeyeni
çıkardıklarından dolayı sahabenin önde gelenlerini küfürle itham
etmek ve böylece müminlerin gönüllerinde kin ve nefret
duygularını yerlestirmektir.
Đste onlar, bu sekilde iki rüknünü (kitap ve sünneti) iptal
etmek suretiyle Đslam ’i bozarak anlamı olmayan bir takım yalanı,
hileyi ve tahriflere isim yaptılar.
1 lafzen, “rabler rabbi’nin kitabındaki tahrif ile ilgili son,kesin doğru söz” olarak tercüme
edebiliriz.
2 Bkz, ihsan ilahi zahir, es-siatu vel, kuran .
32
“Tahrif ve beda” nın ikisine, hatta sadece bunlardan sadece
birisine inananların küfründe süphe olmadığı gibi onların küfründe
süphe edenlerin küfründe de süphe yoktur. Zira Yüce Allah kuran
’ın koruyacağına bizzat kefil olduğu için kuran’ da tahrifin söz
konusu olması mümkün olmadığı gibi, ilminde bir değisiklik söz
konusu olmadığı için “beda” da söz konusu değildir. Yüce Allah
söyle buyurmaktadır.
“Süphesiz zikri (kuran ’ı) biz indirdik, elbette onu koruyacak
olan da biziz.” (Hicr, 15).
“Süphesiz Allah, her seyi hakkıyla bilendir.” (Ankebut, 62).
“Süphesiz Allah, ilmi ile her seyi çepeçevre kusatmıstır.”
(Talak, 12).
4.SİİLİĞE DAVET EDENLERLE SAVASMANIN GEREKLİĞİ.
Dikkat çekilmesi gereken hususlardan biride sudur.
Alimler, her ne kadar sahabenin önde gelenlerini tekfir
edenlerin dinden çıkıp çıkmayacakları konusunda tartısmıslar ise
de, (bu) bidalarını açığa çıkarıp ilan ettiklerinde, imamın onlarla
savasmanın vacip olduğunda ittifak etmislerdir.
Askalani’nin naklettiğine göre Kurtubi söyle der:
Hadislerde, sahabenin önde gelenlerini tekfir edenlerin,
dinden çıkacaklarını savunanların haklılığı, daha açık bir sekilde
görülmektedir. Dolayısıyla bu görüsü kabul ettiğimizde, hem
onlarla savasılır, hem boyunları vurulur ve hem de mallarına el
konulur. Ki bu, bazı hadis ehlinin haricilerin onların hakkındaki
görüsüdür. Onların dinden çıktıklarını kabul etmeyenlerin
görüsünü kabul ettiğimizde ise, devlete karsı bas kaldırıp savas
açanlara karsı izlenilecek yol izlenir.
Bid’atlarını gizleyenlere gelince, onların bu durumuna
haberdar olunduktan sonra, kendilerinden tövbe etmeleri
istendikten sonra öldürülürler mi yoksa öldürülmezler de, bid
’atlarından vazgeçmeleri için yoğun bir çaba içine mi girilir.?
Konusu da tekfirlerinden tartısmaya paralel olarak ihtilaflıdır. Ama,
sunu belirtmek gerekir ki tekfir konusu, tehlikeli bir konu olup,
bundan uzak kalmayı her seye tercih ederiz.1
İbni Teymiyye de söyle der:
-------------------------
1 Askalani, Fethul-Bari, 12/253
33
Müslümanların icmasına göre Harici, sii ve benzerleri Đslam
cemaatından ayrıldıkları zaman, onlarla savasmak farzdır.1
Onların Đslam cemaatından ayrılmalarından maksat,
bid’atlarını açıkça ilan edip Đslam cemaatına karsı gurup
olusturmaktır. Yoksa bundan maksat imama karsı ayaklanmaları
değildir. Çünkü bu konuda bid’at ehli ile diğerleri arasında ayırım
yapılmadan savas farz kabul edilmistir. Teymiyye ’nin maksadının
bu olduğuna delil, feteva ’sının baska bir yerinde demesidir.
Açıkça Allah’ın isim ve ayetlerine karsı çıkmak; Allah ’ın isim
ve sıfatlarını, Allah’ın Kaza Kaderini, veya hulafa-i rasıdin
döneminde tüm Müslümanların icmaı ile kabul edilen seyleri
yalanlayıp kabul etmemek; ilk müslümanlardan olan muhacir, ensar
ve iyilikle onlara uyanlara dil uzatmak veya Đslam dininden çıkmayı
gerektiren hususlarda kendilerine itaat etmelerini sağlamak için
Müslümanlarla savasmak gibi kitap ve sünnete ters düsen bid ’atları
ilan edenlere karsı savasmak ve selef-i salihine uymak farzdır. Yüce
Allah söyle buyuruyor.
“Fitne kalmayıncaya ve dinde tamamen Allah’ın oluncaya
kadar onlarla savasın” (Bakara 2/193). o halde dinin bir kısmı
Allah’ın, bir kısmı baskalarının olduğu zaman, dinin tamamen
Allah’a ait olması için savasmak farz olur.2
SĐĐLERĐN ĐMAMETĐ
(Yaptığımız bu açıklamadan sonra, sanırız) “Siilerin
imamametinin hükmü nedir? Siilerin imameti
sahihmidir,batımlıdır?” sorusuna cevap verme vakti gelmistir:
Bize göre, Siilerin imameti,zikredeceğimiz sebeplerden dolayı
batıl ve merduttur. Bu sebepler sunlardır:
1. Siilerin kafir oldukları kabul edildiği takdirde, söylenecek bir
sey yok.
2. Ama eğer bid’at ehli Müslümanlar ise, hiç kimsenin
itiraz edemeyeceği bir gerçektir ki, bid’atları Đslam’ın bir çok esasını
değistirecek, rasulullah (s.a.v)’ın kutüb-i sitte, müsned, mu’cam ve
benzerlerinde tedvin edilen sünnetini ret edecek niteliktedir. Oysa
daha önce zikrettiğimiz üzere,alimler böylelerinin imametinin batıl
olduğun da ittifak etmislerdir.tartısma konusu olan, onların böyle
bir bid’atla muttasıf olmamaları konusudur ki bazılarına göre
------------------------------------------------
1 Đbni Teymiyye, el-fetave’l- Kubra, 4/294.
2 ………….
34
bunların imameti sahih ise de, alimlerin çoğunluğuna göre bunların
da imameti batıldır.
3. Đmametin sartlarından biride, adil olmaktır. Oysa bunlar
bid’atlarından dolayı bu vasfı kaybetmislerdir.
4. Đmametin sartlarından biride, kitap ve sünneti bilmektir.
Oysa bunlar bid’atın alimi, kitap ve sünnetin cahilidirler.
5. Đmametin sartlarından biride, imamlığa aday olan sahıs,
kitap ve sünnetin hükümlerini uygulaya bilecek yeterliliğe, güç ve
kabiliyete sahip olmasıdır. Oysa Siilerin, bid’atla muttasıf olduklarından dolayı bu vasfı kaybetmislerdir. Zira O,kitabı
açıklayan sünneti uygulayacak yerliliğine sahip olmayınca, kitabı
uygulayacak yeterliliğe de sahip değildir, demektir. O,olsa olsa
ancak kitap ve sünnete zıt olan bid’atlarını uygulayabilecek
yeterliliğe sahiptir.
6. Đmametin en önemli hedeflerinden biride, basta Đslam i
inançlar olmak üzere Đslam ın değismez ve selef in üzerinde icma
ettiği esaslarını korumaktır. Oysa bunlar, anılan esas ve inançların
çoğunu yıkmağa çalısırlar.
7. Süphesiz Siileri Müslümanların basına imam tayin
etmek, günah ve düsmanlıktan ibaret olan bid’at konusunda
yardımlasmak demektir ki, yüce Allah bunu reddederek söyle
buyurmaktadır:
“iyilik ve takva üzerinde yardımlasın,günah ve düsmanlık üzerine
yardımlasmayın” (maide 5/2)
8. süphesiz onları imam tayin etmek, yine yeryüzünde
fesadın yayılması için çaba gösterenlerle isbirliği
yapmak demektir. Çünkü onlar fesadın en büyüğü olan
mezheplerinin yayılması çabasındadırlar. Oysa ibni hazm, imametin
sartlarından birinin imamlığa aday olan kimsenin, yeryüzünde
fesadı yayan bir kimse olmaması olarak zikretmektedir.1
Buraya kadar zikrettiklerimizden anlasılacağı üzere, din
tamamen Allah’ın olması için topyekün bütün Müslümanlar
bunlarla savasmaları gerekirken, Müslümanların basına imam
olarak tayin edilmeleri ve böylece dinin bir kısmının Allah’ın bir
kısmının da baskalarının nasıl caiz olabilir?
-----------------
1 ………….
35
Soru: 6- İNSANLARIN BİAT ETMESİ GEREKEN CEMAATİN
ÖZELLİKLERİ NELERDİR?
Cevap: Gerçek su ki, daha önce arz ettiklerimizden de
anlasılacağı üzere, mesele, biat meselesi değildir. Zira hiçbir
cemaate, bütün insanların biat etmesi gerekmemektedir. Ki ta
imama (devlet baskanına ) bile sadece ehl-i hal ve akdin (seçici
…….) biat’ı yeterli olduğundan herkesin biat’ına gerek
görülmemistir. – Ne hayra daveti, iyiliği emredip kötülükten
sakındırma, iyilik ve takva üzerinde yardımlasmaya; Allah’ı,
Peygamberini ve müminleri dost edinip Allah ve resulünün
düsmanlarını düsman edinme meselesidir. Yüce Allah söyle
duyurmaktadır.
“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir
topluluk bulunsun. Đste onlar kurtulusa erenlerdir.” (Al –i imran
3/104).
“Đyilik ve takva üzerinde yardımlasın, günah ve düsmanlık
üzerinde yardımlasmayın.” (Maide 5/2).
“Sizin dostunuz ancak Allah’tır, resulüdür, iman edenlerdir;
onlar ki Allah’ın emirlerine boyun eğerek namaz kılar, zekatı
verirler” (maide 5/55).
“Allah’a ve âhiret gününe inanan bir toplumun –babaları,
oğulları, kardesleri yahut akrabaları da olsa- Allah’a ve resulüne
düsman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin.” (mücâdele 58/22).
Đçlerinde hayra –ki bu, bütün yönleriyle Đslam demektir- davet
eden, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir cemaat ’ın bulunması
Müslümanlara farz olduğu gibi, fert ve toplum olarak
Müslümanların inanç, davranıs ve ahlaken bütün yönleriyle Đslam’ı
ciddiyetle uygulamaları da farzdır. Bu sebeple, öncelikle bu seçkin
cemaate düsen durumunu ve eğrilerini düzelterek tavır, davranıs ve
ahlakıyla Đslam’ı temsil eden model bir insan ve yine “Ey iman
edenler! Yapmayacağınız seyleri niçin söylüyorsunuz?
Yapmayacağınızı söylemeniz, Allah katında siddetli bir buğza sebep
olur.” ( saf 61/2-3). Âyetindeki tehdide muhatap olmamak için
sözlü davetten çok ahlak, tavır ve davranıslarıyla örnek bir Đslam
davetçisi olmaktır.
Üzerine düsen görev ise,hem insanları hayra, iyilik ve takva
üzerine birbirileriyle yardımlasmaya davet etmek, hem de insanları
davet ettiğinde bu konularda onlarla isbirliği yapmaktır.
---------
36
Bu seçkin cemaati, fert veya cemaat olarak Allah’ın kitabına ve
resulünün sünnetine bağlı kalarak bunlara davet ettikleri müddetçe,
davet konusundaki üslüp ve metodları farklı olsa da hayra ve
Đslam’a davet eden hiçbir kimseyi birbirinden ayırmadan herkesi
belli bir sistem dahilinde bir araya getirmektedir. Genel olarak
Müslümanların bu seçkin cemaate karsı görevi, onlara karsı hüsnü
niyet, sadakat ve bağlılık göstererek, iyilik ve takva hususunda
onlarla isbirliği yapmaktır. Özel anlamda Müslüman alimlerin
görevi ise, onlara önderlik yapmak, onları cesaretlendirmek ve irsad
ederek yanlıslarını düzeltmektir. Tabi ki bu adı geçen cemaatin
kitap ve sünnete bağlı olması ve onlara davet etmesi durumunda
söz konusudur. Ama bid’at ve islami esas ve prensiplerle taban
tabana zıt esas ve kaidelerle amel edip bunlara davet ettiklerinde,
Müslümanların görevi, onlardan yüz çevirip uzaklasmaktır. Bunun
sebebi sudur:
1- Çünkü bunlar eğer kafir iseler o zaman zaten söylenecek
bir sey yoktur
2- Yok, eğer Müslüman iseler, süphesiz islam’i esaslarla taban
tabana zıt olan bid’at ve esaslara inanıp davet etmekle Allah ve
resulüne karsı savas açmıs ve yeryüzünde fesâdın yayılması için
çaba harcamıs olurlar. Ki yüce Allah böyleleri hakkında söyle
buyurmaktadır: “Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumun
babaları, oğulları, kardesleri, yahut akrabaları da olsa- Allah’a ve
resulüne düsman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin.” (mücadele
58/ 22).
“Allah ve resulüne karsı savasanların ve yeryüzünde (hak)
düzeni bozmaya çalısanların cezası ancak ya acımadan
öldürülmeleri ya asılmaları yahut el ve ayaklarının çaprazlama
kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların
dünyadaki rüsvaylarıdır. Onlar için âhirette de büyük azap vardır.”
(maide 5/33).
3- Bu cemaatin görevi, inançları gereği kendi bid’atlarını
piyasaya sürüp yaymak; Müslümanların görevi de, o bid’atlarla
savasıp yok etmek iken onları hakim duruma (yönetim basına)
getirmeleri nasıl caiz olabilir?
4- Bid’atlarını açığa çıkarıp ilan ettikleri takdirde
Müslümanların imamına onlarla savasmak farz iken,
Müslümanların onları imam tayin etmeleri nasıl caiz olabilir?
--------------------------------
37
5- Süphesiz bunları is basına getirmek, onlara saygı
göstermek bid’atlarının yayılmasını istemek demektir. Oysa
Resulullah (s.a.v) dan mursel olarak rivayet edilen bir hadis de söyle
buyurulmaktadır:
“ Bid’at sahibine saygı gösteren, Đslam’ın yıkılmasına yardım
etmistir.”1dolayısıyla bunları imam seçmek Đslam’ın yıkılmasına
yardım etmek, günah ve düsmanlık konusunda onlarla isbirliği
yapmak demektir.
6- Söz konusu cemaat (Siiler)e fısk, bid’at ve takiyyeyi din
edinmelerinden dolayı bir tutam otun bile kendilerine emanet
edilmesi caiz değil iken, Allah’ın dinine davet gibi bir konuda
kendilerine liderliğin tevdi edilmesi nasıl caiz olabilir? Peygamber
(s.a.v) söyle buyurmaktadır:
“Süphesiz bu ilim dindir. O halde dininizi kimden aldığınıza
dikkat edin.”2
Bu sebeple bütün hadis alimleri, Siilerin rivayetlerini
reddederek hiçbirinin rivayetini kabul etmemislerdir. Alimler söyle
demisler:
Fâsık ictihad edebilir ve kendi ictihadına göre amel edebilir.
Ancak hiçbir müslümanın böyle fasık birini taklit etmesi ve
görüsüne göre amel etmesi caiz değildir. Çünkü Allah dini
konusunda fasıka güvenilmez.
Burada sunu belirtmek gerekir ki, alimlerin bu sözleri Sünni
fasıklar hakkındadır. Bid’at ehli fasıkların durumu nasıl olur siz
düsünün.
7- Siiler, hem kendilerini yeryüzündeki bütün Müslümanların
imamı hem de bütün islami hareketlerin lideri olarak
görmektedirler. Ki bunların ikisi de alimlerin icmaı ile batıl
seylerdir. Oysa onların liderliğini kabul etmek, icmaen batıl olan bu
iki hususun piyasaya sürülmesini kabul etmek demektir.
EHL-İ SÜNNET İLE SİİLERİ BİRBİRİNE YAKLASTIRMA
KONUSU (ÇABASI)
Bu münasebetle, Siilerin bir asırdan beri açıkça davet ettikleri
“ ehl-i sünnet ile Siileri birbirine yaklastırma” komedisine değinmek
istiyoruz.
-----------------------
1 Beyhaki, suabu’l-iman
2 …………….
38
Gerçek su ki, bu çağrı ve bunun için düzenlenen paneller/
toplantılar, ehl-i sünnet mezhebine karsı basvurulan bir düzen ve
entrika, ehl-i sünnetten kolay aldatılan saf ve cahil kimseleri avlayıp
adım adım Siiliğe doğru götürmek için bir tuzak ve Siiliği yaymak
için bir araçtır. Evet, gerçekte bu toplantılar ……………….. Siiliğe
çağrı toplantıdır. Ancak onlar takiyye yaparak bu toplantılarını göz
alıcı parlak (yaldızlı) bir isimle takdim ettiler.
Burada ilk hususu ispatlamak istiyoruz. Birincisi, bu çağının
saçma /kabul edilemez olduğunu. Bu çağrının samimi olmamasının
sebepleri sunlardır.
1- Eğer bu çağrı samimi bir çağrı olsaydı, bunun yapılacağı
uygun bir Đran idi, çünkü Đran, yaklasık nüfusun yüzde altmısını
olusturan Siiler ile yaklasık yüzde kırkını olusturan ehl-i sünnetten
müstakil bir devlettir. Bu sebeple, sözde ehl-i sünnet ile Siileri
birbirine yaklastırma çabasında olanlara düsen, Tahran’da veya
……..da bu çağrı için bir panel / toplantı düzenlenip ehl-i sünnet
âlimlerinden bir gurup, Sii âlimlerinin meshurlarından da bir
gurubu bu toplantıya çağırarak konuyu tartısmaya açmalarıydı.
Peki bunu yaptılar mı? onların bu konuda bütün yaptıkları, iran’ın
dısında bir toplantı düzenlemeleridir.
2- Eğer onlar bu çağrılarında samimi olsalardı, bu yoldaki
engelleri giderir, engelleri uzaklastırır ve Đran Đslam
cumhuriyetindeki ehl-i sünnet ile Siileri hukuk önünde esit
tutarlardı. Bunu yatılar mı? Hayır, bu konuda da hiçbir sey
yapmadılar. Çünkü anayasaları (veya yasaları ve kanunları) Siilik
esasları üzerine kurulmustur. Baska bir ifadeyle anayasaları Sii’dir,
devlet Sii’dir, resmi mezhep Sii’dir, hükümetteki idareciler, ehl-i
sünnet belgeleri de dahil yerel yöneticilerin hepsi Sii’dir. Hükümet
üyeleri arasında ehl-i sünnetten bir tek bakan bile yoktur. Aynı
sekilde Tahran’da yaklasık bes yüz bin Sünni yasadığı halde bir tek
mescitleri de yoktur. Bir mescit yapmak için defalarca hükümetten
izin talebinde bulunduklarına rağmen, hükümet onların bu
taleplerini reddetmistir. (yine) Sünni bölgeler hizmetten mahrum
bırakılmıs, alimleri ise kimisi tutuklanmıs, kimisi de gözaltındadır.
3- Ehl-i sünnet ile Siileri birbirine yaklastırma yoluyla Siilerin
kaç tanesi Sünnilesti veya kaç tanesi Sii akidesinden vazgeçti?
Hayır, bunların hiçbiri olmadı.
----------------------------
39
4- Ehl-i sünnet ile Siileri birbirine yaklastırmaya davet edenler
ya Sii mezhebinin tüm esas ve prensiplerine inanırlar ya da bunların
tamamı veya bir kısmı hakkında süpheleri olduğu için tam
inanmazlar. Edasıyla eğer Siiliğin bütün esaslarına inanıyorlarsa, o
zaman bu mezhebin hiçbir esasında vazgeçmeleri söz konusu
olmayacağı için, anılan davetten maksat iki mezhebi birbirine
yaklastırmak değil, ehl-i sünneti Siiliğe yaklastırmak olur. Yok eğer
Siiliğin bütün esasları veya bir kısmı hakkında süpheleri varsa, o
zaman da üzerlerine düsen; anılan daveti yapmak değil, sağlam bir
sonuca varmak için, gerekirse ehl-i sünnet alimlerinden de yardım
alarak hür bir ortamda ve samimi bir sekilde konuyu inceden
arastırma ve tartısma konusu yapmaktır.
Anılan çağrının geçersiz ve kabul edilemez olmasının
sebeplerine gelince, onlarda sunlardır.
1- Ehl-i sünnete mensup hiç kimse,iki mezhebin birbirine
yaklastırması na temayül gösterip sıcak bakmaz.Zira Sünni bir
müslümanın böyle bir seyi kabul etmesi,mezhebinin temel
esaslarından vazgeçmesi demektir.Ki,bunun anlamı Đslam’ın temel
esaslarından vazgeçmek demektir.Böyle bir seyi kabul eden ise
Sünni değildir.Çünkü o,Sünni mezhebinin esaslarına iman
etmemektedir.
2- Müslüma’nın vazifesi sünneti canlandırıp, bid’atı yok etmek
iken, bid’atı canlandırıp sünneti yok etmesi nasıl düsünülebilir?
3- Mütehassıs(uzman)larınca bilindiği üzere iki mezhep
arasında yakınlastırmaya mani olacak kadar zıtlık ve çeliskiler
bulunmaktadır.Bu sebeple bazı Sii alimleri söyle demislerdir:Đmam
iye mezhebi ile ehl-i sünnet mezhebi ayrı ayrı yönlere akan iki
çesmeye benzemektedir.Kıyamet gününe kadar bir daha bir araya
gelmeleri mümkün olmayacak kadar böyle birbirlerinden uzak
yönlere akmaya devam edeceklerdir.1
4- Ehl-i sünnetten bir gurup ile Siilerden bir gurubun bir
araya geldiğini,arastırma,inceleme ve tartısmadan sonra, bunların
kendi prensiplerinin bazısından,diğerlerinin de kendi prensiplerinin
bir kısmından vazgeçtiğini farz ettiğimizde,o zamanda ne bunların,
ne de ötekilerin razı olacağı üçüncü bir bid’atçı mezhep ortaya
çıkacaktır.Biz takiyye yapmadan,kaçamak ifadelere basvurmadan
bütün çıplaklığıyla İslam’a mensup olan herkesi kitap ve sünnete
--------------------------------------------
1 Misbahu’z-zülem li imdadi imam,41-42
40
basvurmaya davet ediyoruz. “Eğer bir hususta anlasmazlığa
düserseniz-Allah’a ve ahrete gerçekten inanırsanız- onu Allah ve
resulüne götürün” (nisa 4/ 59) iste Müslümanların görevi budur,
yoksa anılan yaklastırma çabalarının Đslam’la hiçbir ilgisi yoktur.
Soru: 7- Sii mezhebi islami bir mezhepmidir? Ve mezhepler
arası farlılıklar islami vahdetle (birliğe) çelismiyormu.?
Cevap: Burada dikkatlerin bir hususa yoğunlasmasını
istiyoruz. Söyle ki, soruyu soranın, mezhepler arasındaki farlılıktan
maksadı, ehl-i sünnet mezhebi ile Sii mezhebi arasındaki
farlılıklardır. Ki bu, soruyu soranın Siiliği de Đslam ’i bir mezhep
olarak kabul ettiğine isaret etmektedir. (bu sebeple yukarıda arz
ettiğimiz gibi) biz de soruyu baska bir sekle sokarak soruyuz:
Sii mezhebi Đslam ’i bir mezhepmidir.?
Cevap: Daha öncede arz ettiğimizden de anlasılacağı üzere,
Siilik itikadi bir mezhep olarak, Đslam’ın içine sokulup yerlestirilmis
birtakım muharref bid’at ve hurafelere dayanan inançlardan
olusmaktadır. Fıkhi ve ameli mezheplerine gelince, o da aynı esas ve
inançlara göre kurulmustur. Mesela (itikadi konularda olduğu gibi,
fıkhi konularda da) esas alınan temel prensiplerinden biri de
küflerinden veya en azından fısklarından dolayı sahabenin
rivayetlerinin kabul edilmesidir.
Böylece mezheplerinde sünnetin yeri olmadığı gibi kuran ’ın
muharref olduğuna inandıkları için kuran ’ın yeri de yoktur. Çünkü
onlara göre Kuran’dan atılan bölümler vardır. Oysa atılan
bölümler……..olanı neshedebilir.
Yine bu mezhebin temel esaslarından biri de, on iki imamın
masum olmadığına bilerek veya bilmeyerek kendilerinden hiçbir
günah’ın meydana gelmediğine Yüce Allah’ın kendilerine helal ve
haram kılma yetkisini verdiğine, onlardan veya onlar vasıtasıyla
rivayet edilenler dısındaki rivayetlerin sahih olmadığına
inanmalarıdır. Ki bütün bunlar Đslam ’i esas ve prensiplerle
tamamen zıt fasit seylerdir. Dolayısıyla fasit esaslara dayanan da
fasit (olduğuna göre, Siilik de fasit bir mezhep) tir.
Đbn Haldun söyle diyor: sözde ehl-i beyt taraftarlığını savunup
Sia; bazı sahabelere karsı çıkmak, on iki imamın masum olduğunu
savunup sözlerinin tartısma götürmediğene inanmak gibi
kendilerine has esaslara dayandırarak icat ettikleri mezhepleriyle
---------------------------------------
41
diğerlerinden ayrılmaktadırlar ki bütün bunlar dayanıksız
esaslardır.1
Yine sünnet itibardan düstüğü zaman, onlar dinlerinin ayrıntı
ve teferruatını nereden öğreneceklerdir? Zira kuran, konuları ana
hatlarıyla veren temel prensiplerden ibaret bir kitap olup, ise
bunların bunları açıklayan ise sünnettir. Doğrusu onlar dinlerinin
ayrıntı ve teferruatını ehl-i beyt nisbet ettikleri yalan ve iftiralardan
alırlar.
CA’FERĐYE MEZHEBĐNĐN HAKĐKATI NEDĐR.
Siilerin, kendilerini ve mezheplerini imam Cafer’e nisbet
Caferiyye olarak nitelemeleri ise, bâtıl bir iddiadan ibarettir. Delil
olarak asağıdaki hususları sıralayabiliriz:
1- Süphesiz Caferiyye olarak nitelenen bu mezhep, tamamen
islam’i esas ve prensiplerle zıt olan esas ve prensiplere
dayanmaktadır. Ki, imam Cafer bu prensiplerden en uzak
insanlardandır. Zira gerek imam Cafer’den gerek diğer imamlardan
bu mezhebin temel prensipleriyle tamamen çalısmaktadır. Oysa
bunlar, imamların on büyüklerindendir.
2- Tarihlen sâbit olduğu üzere, sartlar olusmadığı için
mezhepleri tedvin edilmeyen diğer müetehidler gibi imam Cafer’in
de tedvin edilmis bir mezhebi yoktur. Ve bu onlar hakkında asla bir
eksiklik değildir. Kaldı ki ehl-i sünnet ve Sii alimlerinin müttefik
oldukları üzere imam Cafer’den önce geçen imam Ali, Hasan,
Hüseyin, Ali Zeynelâbidin (r.a) de tedvin edilmis bir mezhepleri
olmamıs ve bu onlar için bir eksiklik olmamıstır.
3- Đmam Cafer’in tedvin edilmis bir mezhebinin olduğunu
farz etsek bile, Siiler, bu mezhebi nakledenlerin kendileri olduğunu
iddia edeceklerdir. Oysa bütün ehl-i hadis, cerh ve ta’dil âlimlerinin
ittifakıyla onların rivayetleri makbul değildir. Çünkü mezheplerinin
temel esasını teskil eden ve görev olarak saydıkları takiyye adı
altında her türlü yalanı kendilerine mubah saydıkları için insanların
en yalancılarıdırlar.
4- Đmam Cafer ya takiyyeci idi, ya da değil idi. Eğer takiyyeci
değil idiyse –ki gerçek olanda budur- o zaman o, takva ehlinden
olup, onun ne takiyye ile ne de Siilikle hiçbir olmadığı dibi Siilerin
de onunla hiçbir alakaları yoktur. Çünkü Siilerin dini takiyyeye
dayanmaktadır. Eğer icat ettikleri takiyye olmasaydı ne sâbit bir
-----------------------------------------------
1 İbn Haldun, mukaddime, 354.
42
mezhepleri, ne devam eden bir dinleri ve ne de kabul edilir bir
sözleri olurdu.
Eğer Siilerin düsünüp iddia ettikleri gibi imam Cafer takiyyeci
idiyse, o zaman da ravilerin adalet ve güvenilirliği kabul edilse bile
ondan rivayet edilen hiçbir seye güvenilip kabul edilemez. ….ona
ait olduğu söylenen her sözü takiyye yaparak söyleme ihtimali
vardır. Nitekim Siilerin kaydettiğine göre, imam Cafer bir sorura
birine zıt üç ayrı cevap vermis, ama bunlardan biri doğru iken diğer
ikisini takiyye olarak saymamıstır.1
5- Sii inancın göz ününde bulundurduğumuzda imam
Cafer’in bir mezhebinin olması düsünülemez. Zira mezhep, hata
ihtimali olan bir takım düsünce, ictihad ve zandan ibarettir. Oysa
Siiler, imamların masum olduğuna, bilerek veya bilmeyerek
onlardan hiçbir hatanın sâdır olmadığına, Allah’ın kendilerine helal
ve haram kılma yetkisini verdiğine inanırlar. Yine onlar bu konuda
imam Cafer ile on iki imam arasında, hatta Hz. Peygamber
sellellahu aleyhi ve sellem arasında bir fark gözetmezler. O halde
imam Cafer’e bir mezhep nisbet edip tahsis etmenin bir anlamı
yoktur. Ayrıca –onların inancına göre – eğer imam Cafer’in
görüsleri sahih bir mezhep olarak kabul edilirse, o zaman bu
mezhebi ona nisbet eden en uygun kimsenin son imamın olması
gerekmektedir. Hal böyle iken, imamiyye fıkhını, inançlarını ve
öğretilerini yapan imam Cafer’dir, dediklerinde bizde onlara söyle
deriz: imam Cafer bunları ya kendinden öncekilerden almıstır.ki bu
indirilen nasları ve hükümleri gizlediklerinden dolayı Allah’a
resulüne ve Đslam’a büyük bir ihanettir bu da bunlar imam Cafer’e
vahiy yoluyla inmistir. Ki bu da onun peygamber olması,
söylediklerinin, Đslam değil, baska bir din olması ve Hz.
Muhammed (s.a.v) in de son peygamber olmaması demektir. Yada
bunlar imam Cafer tarafından uydurulmus olup Đslam’la alakası
olmayan seylerdir. Evet, doğrusu bunlar uydurma seylerdir. Ama,
hasa bunları uyduran imam Cafer değil. Đmam Cafer’e ve atalarına
iftira atan inkarcılar ve dinsizlerdir.
Büyük Đslam alimi ibni teymiyye söyle diyor:
Her ne kadar Siilik asırı cehaletlerinden dolayı bazı müminler
arasında daha sonraları yayılmıs ise de, haddizatında Sii mezhebini
icat eden hariciler ve kaderiyeciler gibi tevil ehli bid’atçılar değil,
----------------------------------------
1 Bkz. El-usûl mine’l-kafî, 1/265.
43
İslam ve Müslümanlara düsman olan inkarcı ve inançsız
kimselerdir.1
SONUÇ: açıkça görüldüğü üzere Caferi olduklarını iddia
edenler bu iddiayla yalancılar. Kurdun Hz. Yusuf (a.s)’un kanından
uzak olduğu gibi imam Cafer’de onlardan uzaktır. Ancak Siilerin
kendilerini ona intisap etmeleri gerçek yüzlerini gizlemek ve
böylece sapıklıklarını yaymak için bir maske olarak
kullanmaktadırlar.
Đbn salah’ın naklettiğine göre ariflerden biri söyle der:
Đki imam var ki, Allah, onları taraflarıyla imtihan etmistir.
Oysa bu iki imam taraflarından uzaktırlar. Bunlar mücessime ile
imtihan olunan Ahmet b. Hanbel ile Siilerle imtihan olunan Cafer’i
sadıktır.2
Yine açıkça görüldü ki, Sii mezhebi hem itikadi hem de ameli
yönleriyle batıl bir mezhep olup, Đslam’a karsı kurulan bir tuzaktır
bu sebeple islami bir mezhep olarak kabul edilmesi doğru olmadığı
gibi onun ehl-i sünnet ile olan fıkhi ve itikadi ihtilaflarını da, ictihadi
bir ihtilaf olarak kabul edilmemistir. Çünkü Đslam Allah tarafından
Hz. Muhammed’e bildirilen temel esaslara dayandığı halde Siilik,
kindar ve hilekar sebeiyyecilerin uydurdukları esaslara
dayanmaktadır. Dolayısıyla o, haddizatında baska bir kindir. Bu
sebeple en uygun olanı , Siiliğe sii mezhebi değil de, Sii dini demek
gerekir. Ki zaten Humeyni kesfu’l- esrar’da buna “Sii dini1”
demektedir. –Mekke ehli, bunların yollarını daha iyi bilemektedir-.
Humeyni, gerçekte ehl-i sünnet dinine aykırı (zıt) olduğunu
bilmeyecek kadar cahil değildir. Dinlerinin ehl-i sünnet dinine ters
olduğundan, daha doğru bir ifadeyle Đslam’a ters olduğundan,
Đslam tarihçilerinin ittifakla belirttikleri üzere Đslam’i tahrif etmek,
Müslümanlar arasına ayrılığı ve bölücülüğü sokmak için Đslam’a
karsı bir tuzak olarak kurulduğu için kurulduğu günden bu yana
Siilik hep Đslam’a ve Müslümanlarla savas halinde olmustur. Đslam
tarihinde vuku bulan olayların tahlilini yapanlara göre sahabe
arasında çıkan savasların meydana gelmesinde en büyük pay Siilere
ait olduğu gibi, Đslam ülkelerine göz dikip Müslümanların kanlarını
akıtanların yanında yer alanlarında Siiler olduğu görülür. Đste
Hulâgu’nun vezirlerinden nasıruddin el-tûsî. Abbasi hilafetini sona
-------------------------------------------------
1 İbn teymiyye, minhacü’s-sünne, 2/197
2 sübki, kaidetün fi’l- cerhi ve’t – ta’dil. 49
44
erdirmek için hulago’yu ikna edip milyonlarca Müslüman kanını
ırmaklar gibi akıtmasında ona yardımcı olur. Bununla da kalmamıs
tatarların Müslümanlara karsı baslattıkları savasta Müslümanların
tatarlara indirdikleri nihai darbeye kadar, kararlastırdığı …….
Nesilden nesile hep tatarlarla isbirliği halinde olmuslardır.1
Ve iste Abbasi halifelerinden mu’tasım’ın veziri ibn Alkami!
Halifesine ihanet ederek hulago ile temasa geçip onu, Đslam
ülkelerini istila etmeye tesvik eder, Đslam ordusunu askeri
hizmetlerden alı koyarak tatarların Abbasi devletini ortadan
kaldırmak için yardım eder ve içlerinde Müslümanların halife ve
aynı zamanda Hz. Peygamber (sellellahu aleyhi ve sellem)’in
amcazadesinin de bulunduğu milyonlarca müslüman’ın
öldürülmesine vesile olur.
Humeyni, bu konuda söyle der: hulago ile isbirliği yapıp ona
yardımda bulunmak, islam’a ve Müslümanlara gerçek yardımda
bulunmak olmustur.2 Bu (raya kadar anlattıklarımız), Siilerin ehl-i
sünneti en azılı düsman saymalarının ve hulefa-i râsidin ile Hz.
Peygamberin diğer sahabelerinin üzerinde oldukları gerçeklere
imanlarından dolayı onları mürted olarak kabul etmenin en kuvvetli
delillerindendir. Dinden dönme ise küfrün en büyüğüdür. Onların
ehl-i sünneti düsman olarak görmelerinin sebeplerinden biri de
sudur: çünkü onlara ehl-i sünnet, özellikle de Sünni bir devlete
sahip olduklarında hedefle ulasmak için en büyük engeldir. Oysa
onlar Đslam alemine hakim olup Siilestirmeyi farz bir görev olarak
görmektedirler.
Rabbimiz: bize doğru yolu gösterdikten sonra kalplerimizi
kaydırma: kendi katından bize rahmet ver. Süphesiz sen son derece
bağısta bulunansın.
Efendimiz Hz. Muhammed’in, onun yakın dost ve
arkadaslarının üzerine Allah’ın salat ve selam’ı olsun.
MUHAMMED SALİH EKİNCİ
KONYA
1
2 Humeyni, el –hükumetu’l –islamyye, 142.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder