
Daha sonra araştırdım Sümmani Babagilin kabile ile gelmiş Ardahan’a yerleşmişler sonra Sümmani Baba Narman’a taşınmış, Doksan üç muhaciri olarak ta Dedemgil Bayburt’un Kısanta köyüne (Demirözü ilçesi) yerleşmişler. Babamgilde Of’tan gelerek bu köye yerleşmişler. Babamlar da asıl olarak Medine’den gelen İslami tebliğ cemaatinden. Of’ta yerleşen iki kardeşten birinden gelme ancak kesin kanaat sahibi değilim. Babam Hacı İsmail Efendi fakir bir ailenin çocuğu. Fakirlik yıllarında annemin babası Şamil Ağa’nın yanında çalışıyor. Şamil Ağa’nın iki de hanımı var. Babam da yanlarında hizmetkâr, annemde yeni serpilen genç bir kız. Babamın yakışıklı oluşu annemi bağlamış ve bir gün babama kaçmaya karar vermiş. Takdir i İlahi bu iki sevgili bizim meydana gelmemize sebep vesile olmuş.
1948 yılında Bayburt’un

Uzatmayayım çocukluk dönemim bitip buluğ çağına ulaşınca yani 15 – 16 yaşlarında evlendim. Geçimimi serbest meslekle ve çiftçilikle sağlıyordum. Ancak Muş’ta geçinemeyeceğimi anlayınca İstanbul’a göç ettim. Tabi genç olmamız hasebiyle İstanbul’un şaşaalı hayatı bizi de etkiledi. Arkadaş çevremizin etkisi ve teşvikiyle hayatın seline kapıldık ve bir türlü kendimizi geri alamadık. İçki, kumar derken sonra kabadayılığa özendik, tabi kabadayılığımızda arkadaşlarımızın kışkırtması etkili oldu işte sen neymişsin diyerek bizi belli bir yere sürüklediler. Aslında buralardan bahsetmekte doğru değil yani neticede yaptığımız işler doğru değil hiç kuşkusuz ancak şu kadarını söyleyeyim belki içki içtim kumar oynadım ama hiç kimsenin hakkına tecavüz etmedim, hak yemedim, mazlumu ve garibanı hep korudum bir de çok cömerttim, elimde hiç tutmazdım zenginden alıp fakire verirdim işte buradan kazandım her halde. Yaptıklarım gençliğin verdiği cehalet ve özentiden ibaret bazı eğlenceler, hava heveslerdi. Ancak şükrolsun ki Rabbim tövbe etmeyi nasip buyurdu.
Kendisi anlatır:
Efendim, Tövbe etmeden önce içimde bir sıkıntı vardı yaptığım işler hiç hoşuma gitmiyordu ancak arkadaş çevremden ötürü bir türlü de yaptıklarımdan vazgeçemiyordum. Arkadaş çevremden uzaklaşıp başka bir yere taşındım ancak yine de tam anlamıyla kurtulamıyordum. Ta ki bir gün pir gelip kapıyı çalıncaya kadar bu halim devam etti. Kapıyı çalan pir; “Bu deli akıllanmayacak, alın hüviyetini elinden” dedi. Hüviyetimi elimden aldılar. Sonra “Artık Rabbine dön, zamanın geldi” nidası gönlümde


Garibullah dergâhı, Nakşibendî tarikatı olduğu için sessizliği esas alan bir dergâh. Ancak gönlüme gelen cezbe sonucu bu sessizliği bozuyordum. Kardeşlerim bu duruma şaşırıp; “Sana ne oluyor neler görüyorsun” diye soruyorlardı. Ancak sohbet hocam; “Gördüğün manaları kimseye söyleme” dediği için bunları kimseye söylemiyordum. Bir anda latifelerim açılıp cehri zikir yapıyordum. Bu isteğimin dışında kendiliğinden zuhur eden bir olaydı. Pirler bir gün bana; “Evladım sana üç hal verdik, onu sende kerih gördüler, zaman cehri zikir yapma zamanıdır cehri zikri sende kerih gördüler, ikinci olarak sana fakirlik gömleğini giydirdik onu da sende kerih gördüler, üçüncüsü seyyahlığı verdik onu da sende kerih gördüler, görsünler sen gidip postun üzerine otur” söylediler; “Ben bunu yapamam, bunların en küçüğüyüm, onlar on bir sene beklemişler” söylememe rağmen Pirlerin isteği üzerine gidip posta oturdum. Ders hocası elimden tutarak “Edepsiz, senelerdir buraya kimse oturamadı da sen buraya nasıl oturuyorsun” diyerek beni kenara attı. Günlerden pazardı. Sohbet günüydü. Abdulkadir Geylani ve Şahı Nakşibendî (k.s.) hazretleri “Gidip posta oturacaksın. Onlar seni dövecekler. Eşiği öpüp çıkacaksın” dediler. Ben ne kadar itiraz ettimse de buna mecbur kaldım. Gayri ihtiyari gittim posta oturdum. Onlar posta oturacağımı tahmin etmişler. Erkenden gelip hazırlanmışlar beni dövmek için. Gidip posta oturunca hemen, iki kişi gelip kollarımdan tutup beni tekme tokat kapıya götürdüler. Kapı eşiğine geldiğimizde “Durun bunun böyle olacağını bana söylemişlerdi zaten. Eşiği öpüp çıkayım” dedim. Eşiği öpüp çıktım. Eve geldim, mahzun mahzun oturuyorum. Garibullah yanıma gelerek “Evladım üzülme hiç mahzun olma yaz şu beyti” dedi:
VAKTİ GELDİĞİ ZAMAN
Kurulur çarkın da bir gün döner
Yüce haktan emir geldiği zaman
Cümle âlem bizi hep seyran eder
Vakti saniyesi geldiği zaman
İnsanlar gelirler hep küme küme
Dertliler tabibi lokman hekime
Derdim var dermanım yoktur söyleme
Verirler dermanın geldiği zaman
Bir gün bu âleme ismin yayılır
Mümin müminat gelir toplanır
Cümle müminlere feyiz dağılır
Vakti saniyesi geldiği zaman
Âşıkların çoktur gelir söyleşir
Söylemez dillerin bir gün dilleşir
Pehlivan olanlar çıkar güreşir
Yüce Hakk’tan emir geldiği zaman
Garibim açılır bir umman olur
Ayete hadise manayı bulur
Söylediği kelam hem Kur’an olur
Hakk Teala tecelli kıldığı zaman
Dursun latifelerin durmaz çalışır
Mağripten maşrike kolun ulaşır
Mümin müminat gelip toplaşır
Gönülde Kâbe’yi kurduğu zaman
İşte tövbe etmemiz ve dergâha girmemiz bu şekilde oldu. Verdiğiniz bilgilerden ötürü Teşekkür ediyoruz efendim. Diğer bir soruya geçelim isterseniz. Hay hay, buyurun!
Kendisi anlatır:
Bir gün seher vakti uyur uyanık arası Fatıma-tül Zehra annemiz mana itibariyle yanıma gelip, pervaz edip ruhumu peşine takıp götürdü. Ravzayı Mutahhara’dan içeri bir meyhaneye götürdü ve: “Dursun’a şarap getirin içsin” dedi. Tabi aşk şarabı. Meyhaneci bir kâse doldurup sunmak istedi. Fatıma annemiz, Meyhaneciye Dursun böyle kâseler ile kanmaz. Ona testi ile ver” dedi. Meyhaneci testiyi doldurarak Fatıma annemize verdi. Aşka susuz olduğumuzdan ayağı kalkıp testiyi Fatıma-tul Zehra annemizin elinden alarak Bismillah diyerek bir nefeste içip yine istedik. Fakat bu kadar yeter dediler. Yani anlayacağın bizi yine sarhoş ettiler. Ancak bu sefer Hakk’ın sarhoşu olduk. Elimiz ayağımız dünyadan çekildi. Mestu mestane deli divane dolanır hale geldik.
Bu mestanelikte iken Veysel Karani (k.s.) yanımıza geldi. “Oğul bir âşık cihana gelmiş. Arifler âşıklar ziyaretine gelmişler. Gidip bakalım” dedi. Alıp Ali Haydar’ı o meclise götürdü. İçerde muhteşem bir şenlik vardı. Arifler sol tarafta seyirde, bir cümle âşıklar da sağ tarafta demir parmaklıklar arkasında aşkın zincirine vurulmuş Âşık’ı ziyaret ediyorlardı. Biz içeri girince “Bakın âşıklar Dursun geldi” dediler. Bize doğru yöneldiler. “Hoş geldin” diyerek tokalaştılar. Ve kendilerini tanıttılar. Şenlik Baba, Sümmani Baba, Burhani, Celali Baba ilk gelen âşıklar arasında idi. Oradan birisi; “Dursun’a bir kadeh aşk şarabı sunun” dedi. Bir kadeh dolu sundular. Rengi al rengindeydi. Sümmani Babanın elinden alıp içtim. Veysel Karani (k.s.)“Haydi gidelim oğul” dedi. Demir parmaklıkların yanından geçerken zincirlere vurulmuş, ağzı köpürmüş, zoraki yürüyüp dolaşan aşığa baktım. Veysel Karani (k.s.) hazretlerine dönerek “Bu ben miyim Efendim, bana benziyor” dedim. “Evet” dedi. “Sen doğdun. Haydi, gidelim.” dedi. Arifler tarafına bakınca Şahı Nakşibendî’yi (k.s.) gördüm. Ariflerin ortasından bize bakıyordu. Onun o bakışını cemalini hiç unutamam. Böylece çıkıp gittik. Bir takım çeşmelerden su içtik. Kırklar meclisine geldik. Sanki bizi onlara teslim etti. Bizi asıl etkileyen bir tepsi içerisinde sunulan su, şarap, bal ve süt oldu. Bunları içince manam değişti. Manasını sorduğumda Cennetteki Havz-u Kevser ırmağından akan su, ilme işaret, bal ise tasavvufa, şarap ise âşıklığa süt ise saflığa temizliğe işarettir” dediler. Bu manalarda yaşadıklarımızı bize şöyle yazdırdılar:
ŞAHA GİDERİM
Muhabbetim vardır şahlar Şah’ına
Bende bu yayladan Şah’a giderim
Muhammed’in Kızı Gülsüm Fatıma
Bende bu yayladan Şah’a giderim
Kırkların ceminden girdim içeri
İçlerinde gördüm Horasan eri
Biri elim tutup dedi gel beri
Bende bu yayladan Şah’a giderim
Aslımı sorarsan Horasanlıyam
Hasan Hüseyin özge yarıyam
Şahların şahına candan bağlıyam
Bende bu yayladan Şah’a giderim
Adım Ali’dir cilvegâhında
Âşıklar eyleşir karargâhında
Nazım geçerlidir Şah’ın yanında
Bende bu yayladan Şah’a giderim
Bir gün çaresiz, yorgun düşüp uyumuşum. Sümmani Baba manada yanıma gelerek “Âşık ne yatıyorsun, şuraya bak” dedi. Gökyüzüne bir baktım ki yıldızlar görünüyor bir sürüde turnalar süzülerek ilerliyorlar. Bazen de evliya olarak görülüyorlardı. Başta olanı tanımıştım. Ziyaullah (k.s)’tı. İşte başlarında Ziya Babamın bulunduğu bu turnalara karışmak istedim. Çırpındım, çırpındım kaldım. Sümmani Baba: “Onlara söyle yanına gelsinler” dedi. Bakalım nasıl çağırdık:
TURNALAR
Gökyüzünde bölük bölük turnalar
Gelinde dertlinin haline bakın
Bir Âşık doğdu da geldi cihana
Gelinde aşığın ismini takın
Turnalar hey hey Turnalar hey hey
Arifler geçer mi dertli görünce
Yaramı sormayın gayet derince
İyi olur menzile erince
Gelinde yaramı sarın turnalar
Turnalar heyhey Turnalar hey hey
Kalbini doldurmuş üzüm suyundan
Daha vazgeçmemiş kötü huyundan
Aslını sorarsaz Nebi soyundan
Gelinde kirliyi yuyun turnalar
Turnalar heyhey Turnalar hey hey
Nebi soyundan deyince turnalar baktı; ağırladı, dönüş yaptılar.
Üç güzel gelip de beni yuydular
Soyundurup bir kazana koydular
Adımı da Ali Haydar taktılar
Sevdiğim Leyla’dır duyun turnalar
Turnalar heyhey Turnalar hey hey
Mana âleminde bir güzele perde açarak bizi ona âşık ettiler. İsmini, nerde olduğunu söylememiştiler. İşte burada söylüyorlar:
Senin sevdüceğin Leyla dediler
Onu bir dağın başında gördüler
Yollarına dikenli tel ördüler
Arada Leyla’nı bul dedi turnalar
Turnalar heyhey Turnalar hey hey
Sümmani Baba “Oğul bunlara karışmak istersen gece saat üçü geçirmeyesin” dedi. Gözden kayboldu. Gece üçte üç güzel zat geldi. Bu üç güzel zatlar şunlar idi. İbrahim Garibullah, Hacı Maksut Baba ve Ziyaullah Hazretleri. Bana: “Sen âşıksın, seninle söyleşelim dediler ve şöyle başladılar:
Ustam bilir misin aşkın babını
Ya açtın mı ustam aşk kitabını
Ya bildin mi ustam aşk sarrafını
Eğer bildin ise ver manasını
Birden gönlüme şu cevap geldi:
Ben âşıkam ustam aşkım bendedir
Gözümün önünden açan perdedir
Deryayı ummanda ufak zerredir
Bildim ben ustam al manasını
İkinci olarak Kutbul Azam şöyle söyledi:
Ya bildin mi ustam Hakk kapısını
Yaptın mı ustam Hakk yapısını
Ya bildin mi ustam billur tasını
Eğer bildin ise ver manasını
Şöyle cevap verdim:
Açıldı gözümden ustam cümle perdeler
Gözüme görünür ustam cümle zerreler
Billur tasını gönüldür derler
Bildim ben ustam al manasını
Yanında duran mürşid aldı:
Ustam bilir misin üçler hanesin
Hangisinin üzerinde gidersin
Sağında solunda kim durur senin
Eğer bildin ise ver manasını
Şöyle cevap verdim:
Karşımda durur can Kutbul Ziya
Sağ yanımda duran ol Maksut Baba
Sol yanımda duran İbrahim Hoca
Bildim ben ustam al manasını
Kuruldu yapıldı üçler hanesi
Kabul oldu dost erenler duası
Muhammet Ali’dir aşkın kalesi
Bildim ben usta al manasını
LEYLA’YI GÖRDÜM
Aşkım bana oldu al yeşil mihrap
Al yeşil mihrapta Mevla’yı gördüm
Zülfünün telinde aşkı mızrap
Aşk ile saz çalar Leyla’yı gördüm
Canibi Celilden bir ikram oldu
Süzüldü esrarı kadehe doldu
Canan ellerinden gel ha gel oldu
Ilgıt ılgıt esen sevdayı gördüm
Ilgıt ılgıt eser sevda yelleri
Topuğuna değer zülfün telleri
Dursuna gezdirdi gurbet elleri
Âşıklar daldığı deryayı gördüm
MUHAMMET ALİ ÇAĞIRIR
Nefsimle düştüm bir kalmakala
Ağlar ya Muhammet Ali çağırır
Bir arzuhal yazdım o nazlı yara
Çağlar ya Muhammet Ali çağırır
Derdimin dermanı geldi yetişti
Ruhum varıp Ahmet ile görüştü
Bülbül olup gül dalında ötüştü
Dallar ya Muhammet Ali çağırır
Dağları var dostun yüceden yüce
İçinde ağladım kırk gün kırk gece
Gönlümde açıldı gül ile gonca
Bağlar ya Muhammet Ali çağırır
Gönlüme Ruhu Rahman doğunca
Seyrimiz Fena Fillah bulunca
Âşıklar menzile gidip varınca
Haydar ya Muhammet Ali çağırır
Tabi bunlar Hikmetlerdir efendim. Bunları açıklamaya gerek yoktur
Kendisi anlatır:
Efendim, seyahat döneminin öncesinde Dergâhı İzzette şöyle bir mana seyretmiştim; Hızır (a.s.), İbrahim Garibullah manamı açıp ruhumu alarak biz fakiri Resulullah’ın (s.a.v.) huzuruna götürdüler. Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) bir kürsü üzerinde oturuyordu. Bana göre arka sağ tarafında Enbiya kürsüler üzerinde, sol tarafta da Evliyaullah ayakta durup bizi seyrediyorlardı. Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) “Hoş geldin evladım” diyerek elini uzattı. Elini Öptüm sonra ayağı kalkarak ellerini semaya açıp benim için dua eyledi. Enbiya, Evliya’da âmin söyledi. Dua bitince kürsünün sol tarafına bizi alarak, Hızır (a.s.)’a görevlilere, “Dursun Efendinin zamanında her ne kadar irşat olacak var ise toplayın getirin” buyurdu. Biraz sonra sol taraf Peygamberlerin ön tarafı mahşeri bir kalabalık oldu. Sırayla gelerek elimizi öpmeye başladılar. Anlayamadığım bazı haller oldu.
Bazen Resûlullah Efendimiz (s.a.v.)’la bir vücut olarak kürsüde oturuyor bazen sağında bulunuyor bazen soluna geçiyordum. Bu elimizi öpmeye gelenlere göre oluyordu. Sonra bu geçiş töreni bittikten sonra Hızır (a.s.) ve Garibullah’a dönerek “Götürün bunu temizleyip alın bana getirin” buyurdu. Onlarda alıp götürdüler. Bir merdiven başına getirdiler. Merdiven geniş aşağı iniyordu. Her basamak başında kapı vardı. Bu merdivenleri inerek bu odaları açıp görmemi söylediler. Bunun üzerine merdivenleri birer birer inerek odaları gezmeye başladım. Bu odalarda Silsile’yi Nakşibendî’ye de bulunan zatlar vardı. Hz. Şahı Nakşibendî’nin odasına vardığımda odada bir tabut vardı. Şahı Nakşibendî (k.s.) bana; “İşte evladım bu senin emanetindir.” dedi. “Zamanı gelince bunu taşıyacaksın” dedi. “Şimdi git odaları gez” dedi. En son basamağa odaya kadar gezdim. En son ki odanın önünde Sivaslı İsmail İhramcızade Garibullah duruyordu. “Hoş geldin evladım. Gel içeri” dedi. Ben sağa sola baktım. İbrahim Garibullah’ın odasını aradım. Pir zade; “İbrahim burada oda yapamadı. Artık buradan bizim odamızdan seyredeceksin. Senin mana ismin Ali’dir evladım “Ali evladım” dedi. Ve bir zaman o odada kaldım. Dört ay sonra İbrahim cennet mekâna iade edildim. İki sene onunla kaldım. Bir gün bana; “Sinemde ne var ise sana emzirdim” dedi. “Bende artık bir şey kalmadı” dedi. Arkasında oturuyordum. Birden elini arkaya uzatarak omzumdan tuttu, üstünden aşırarak ileri fırlattı. Böylece yolumu açmış oldu pirlere ve Resûlullah (s.a.v.) efendimize yürüdüm.
Garibullah şeyhim beni üzerinden ileri doğru atınca, Erenler toplandılar, bir meclis kurdular. Bizi ortaya aldılar. Selvi dal gibi bir masanın üzerine uzattılar: “Bu Dursun’un derdine bakın” dediler. Bu mecliste bulunanlar Selmani Farisi Hazretleri ve Silsile-i Sadat efendilerimizdi, önde üç zat duruyordu. Hacı Bayramı Veli, Hacı Bektaşi Veli ortalarında da Mevlana Celaleddini Rumi Hazretleri, Hacı Şabanı Veli’de yanlarında duruyordu. Sultan Muhammed Fatih Han baş tarafımda ayakta dikiliyordu. Hasan Hüseyin Efendimiz beyaz önlük giymiş bizi muayene ediyorlardı. Büyük bir evliya toplantısıydı. Muayeneden sonra bunun hiçbir şeyi yok. İşitmesi görmesi yerinde. Yalnız buna bir kâmili mürşid ve seyahat gerekli dediler. Sonra da bana dönerek: “Seyahatini Sultan Muhammed Fatih Han yaptıracak. Mürşidi Kâmilini de tanıtacak. Mürşidi Kâmil Bayburt’un Demirözü ilçesinde Hardışı köyünden Hacı Maksut Baba. Derhal sefere çıkasın. Seyahate başlayasın. Evvela İstanbul’daki Ashabı Kiram şehitlerini dolaşasın” dediler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder