Salı, Nisan 08, 2008

Çanakkale Ruhu


Çanakkale Savaşının en çok konuşulan ve Allah’ın bizlere yardımını açıkça ortaya koyan önemli bir olayda tabiat hadiselerinin bile bizim tarafımıza geçmesidir. Savaşın başlamasından bitimine kadar meydana gelen birçok olay nedeniyle yabancılar bile bunu tasdik etmek durumunda kalmışlardır. İşte bu olaylardan biride Çanakkale Savaşlarında kılınan Bayram Namazı ile ilgilidir. 1915 yılının Temmuz ayı ile Ağustos ayları arası Ramazan’dır ve Mehmetçik oruçlarını tutarken adeta daha bir kahramanlaşmış halde mücadelesine devam etmiştir.
Mübarek Ramazan ayı sonunda elbette ki bayram gelecektir. Anadan, yardan tüm sevdiklerinden ayrı bir bayram olacaktır bu ama Mehmetçik buna hazırdır. Çünkü o, şuanda kutsal bir vazife eda etmektedir.
Bayram yaklaşırken akıllara şu soru da gelir, acaba bayram namazı nasıl kılınacak? Toplu halde kılınan bir namaz savaş zamanında uygun olacak mı? Acaba kılamayacak mıyız? Ve bunun gibi birçok zor soru kafaları kurcalarken, gönüller endişe ile dolarken bir kısım insanlarımız da gayet sakin bir şekilde beklemekte, Allah her şeyin hâkimidir, elbette bu aciz durumumuzu gören Rabbim buna da bir çözüm bulacaktı, demektedirler. Peki, gerçekten o Ramazan Bayramı’nda neler olmuştur? Kalbi Allah aşkıyla çarpan Mehmetçiklerimiz namazı kılabilmişler midir? İşte bu tüm soruların cevaplarını şimdi o günleri yaşamış bir gazimizin ağzından dinleyelim. Bakalım plan yapıcıların en büyüğü olan Rabbim, Mehmetçiğimize nasıl yardım etmiş?
“Gelibolu’da oturmaktayım Çanakkale’de 9. Tümen teşekkül edince gönüllü olarak kıtaya kaydoldum. Savaş ilerledikçe din görevlilerinin yerleri de belirsiz olmuştu. Bizim gibi gençler –o zaman 28 yaşında- savaşın içinde görev yaparken, yaşlılar Sargı Yeri ve hastanelerde görev ifa ediyorlardı.
Ben, Seddü’l-Bahir cephesinden savaş bitinceye kadar hiç ayrılmadım. Miladi 1915 yılında Ramazan, 13 Temmuz Salı günü başlamış, 11 Ağustos Çarşamba günü bitiyordu. O gün –yani arefe günü- idi. Cephe kumandanı Vehib Paşa beni çağırdı.
“Hafız, askerin bir talebi var. Yarın Ramazan Bayramı sabahleyin hep beraber Bayram Namazı kılmak istiyorlar. Eratın toplu bir halde bulunmaları tehlikeli ve düşman için bulunmaz bir fırsattır. Tekliflerini kabul etmedim sen de münasip bir lisan ile anlatırsın!” dedi…
Paşanın yanından ayrılmıştım ki zamanın ulularından gözü gönlü Hak adına bağlanmış arif, zarif bir zat çıktı karşıma. Bilgide kimse onunla yarışamazdı. Develeri yükü okumuştu. Sohbette onu dinleyenler yangın içinde olsalar sohbetini bırakıp ateşten kaçamazlardı. Bu zat o gün oradaydı.
Bana dedi ki: “sakın ola ki erata bir şey söyleme, gün ola hayr ola! Allah ne derse o olur!” dedi…
1915 yılında Ramazan, 13 Temmuz Salı günü başlamış: 11 Ağustos Çarşamba günü bitiyordu. O gün yani arefe günüydü… 12 Ağostos 1915 Perşembe günü Ramazan Bayramı’nın sabahı erken kalktım. Müslüman Türk askerleri, Bayram Namazını mutlaka eda edeceklerdi… Aynı göle dökülen sular gibi; Allah sevgisinde birleşen yüzlerce askerde ayaktaydı. Hak katında birlikte secdeye varacaklardı. Hep beraber başımızı göğe kaldırdık. Hevenk hevenk beyaz bulutlar göründü biraz sonra da bu bulutlar yere çöktü. Herkes Allahu Ekber deyip yüzlerini toprağa sürdü. Hepimizin içinde ince bir huzur çiçeklenmiş ve yüce Allah bizi bulutlar arasında görünmez hale getirmişti. Bu ulu kişi askerin karşısında baş kesti; sonra o derin, o tatlı, o yanık sesiyle, Hazreti Kur’an-ı Kerim’den Fetih Suresi’nin birden dokuzuncu ayetine kadar okudu. Sonra iki rekât bayram namazı eda edildi…
Namaz bitiminde yüzlerce asker hep beraber, “la ilahe illallah Muhammed’ün resulüllah” sözlerini devamlı tekrarlıyorlardı. Askerin betleri benizleri kül gibi olmuş, kimsenin yüreğinde dur durak kalmamıştı. Bu duruma taş olsa dayanamazdı. Görenler mi söyleyenler mi dayanacak? “Allah! Allah!” Diyen kendinden geçiyor, sanki birlik göklerinde uçmak istiyorlardı. Allah ile bir bütün olmanın ilahi ahengi içinde varlıklarından, benliklerinden soyunmuşlar, kendilerinden geçmişlerdi.
Zığındere’nin susuz yatağında, bir alçalıp bir yükselen “la ilahe illallah” sesleri, insanın kalbini kah varlığın sonsuz ufuklarında koşturuyor kah yokluğun takat getirilmez güzelliğinde dinlendiriyordu. Haktan başka Hak yoktu. Tekrarlanan hep buydu… sonra, kısa bir sessizlik oldu ve arkasından düşman sperlerinden yükselen, “Allahu Ekber, Allahu Ekber!” sesleri bir uğultu şeklinde bize kadar perde perde geldi…
Daha sonraki günlerde öğrendik ki İngiliz sömürgelerinin Müslüman askerleri; Müslüman Türk Askeri karşısında savaştıklarını duyunca isyan etmişler ve derhal geriye alınıp, cepheden uzaklaştırılmışlardı.
12 Ağustos 1915 tarihinden sonra, Seddü’l-Bahir cephesinde durum oldukça sakinleşirken, Anafartalar Cephesinde ise kan gövdeyi götürmekteydi.
Evladım bu bulutları yere indirip sis halinde bize gösterilmesi ancak Allah’ın emriyle, dört büyük melekten biri olan Mikail aleyhi’s-selam tarafından yerine getirilmiştir. Bu olay, Yüce Allah’ın büyük bir mucizesi idi…”
Konunun başından beri söylediğimiz gibi, düşman bile bu olayları tasdik etmiştir. İşte İngiliz Kara Harekâtının Komutanından 21 Ağustos tarihinde not defterine karaladığı bir itiraf:
“2. Tümenin, Türklerin ileri mevzilerini ele geçirdikleri haberi geldi. Yeniden Karakol Dağa tırmandım. Bu sefer İsmailoğlu Tepe’yi hiçbir kuvvet elimizden kurtaramazdı.
Ama sabahın erken saatlerinde durumda umulmadık bir değişme başladı. Gittikçe yoğunlaşan bir sis, etrafı göz gözü görmez bir hale getirnişti. Top tüfek sesleri birer dindi ve cephe sustu. Doğa Türkleri gizlemiş, Allah onları korumuştu…”
Düşmanın meşhur Golyat adlı zırhlısının batırılması olayında da ortalığı bir anda kaplayan sis Osmanlı Askerlerinin çok işine yaramıştı. Haince saldırılar planlayan Golyat bu şekilde teslim alınabilmişti. Golyat’ın batırılması karşısında da Hamilton tabiat olaylarını vurgulamaktan geri kalmamıştı.
“Dün geceki kesif sis sırasında, bir Türk torpido botu, Çanakkale Boğazından sızıp Golyat zırhlısını torpidoladı. Düşman madalyayı hak etti. Kahrolsunlar!...”
Sadece bulut olayları değildi meydana gelenler. İngilizler yön bulmak için kullandıkları pusulalarında bile zaman zaman akıl almaz oynamalar görüyor ve ne yapacakalrını şaşırıyorlardı. Örneğin John Hargrave adlı İngiliz Subayının verdiği raporda, elindeki pusulanın sık sık yön değiştirdiği ve aynı anda bir çok yeri kuzey olarak gösterdiği yazılıdır.
İşte bu durumlar nedeniyle de buraları uğursuz ve lanetli yerler olarak nitelendiriyorlardı. Hemen birçok askerin kaleme aldıkları hatırlarda bu yakıştırma açık olarak görülmektedir.

Hiç yorum yok: