Pazartesi, Kasım 10, 2008

Hz. Mevlâna Ziyaeeddin Halidi Bağdadi

HİLYE-İ BAĞDÂDÎ

Uzun boylu, beyaz tenli, kırmızı yanaklıydı. Saçları ve gözleri siyahtı. Hafif değirmi burunlu, uzunca kirpikliydi. Kolları uzun, omuzları genişti. Vücudu kıllıydı. Heybeti ve ağırbaşlı duruşu bakanlar üzerinde ürperti uyandırır, saygınlık telkin ederdi. Güzel giyinirdi. Halkın arasına çıktığı zaman, ne taylasanını bırakırdı, ne de asasını ikramı ve bahşişi böldü. Prensiplerine sıkı sıkıya bağlıydı.

Altın silsilenin 30. halkası ve yeni bir kolbaşısı bu sefer Osmanlı ülkesinden, Irak'ın Musul vilayetine bağlı Şehrezür kasabasından Adı Halid b. Ahmed, lakabı Mevlana ve Zıyaeddin İslâm dünyasında Celaleddin Rumî'den sonra "Mevlana" (Efendimiz, büyüğümüz) lakabıyla anılan ve bu sıfatla meşhur olan ikinci kışı olduğuna bakılırsa tesir ve nüfuzu anlaşılmış olur. Kendisinden sonra Nakşîlik neredeyse "Halidîlik" olmuş ve bu kol Osmanlı ülkesinin en yaygın tarikatı haline gelmişti

HAYATINDAN ÇİZGİLER

Ömrünün bir kısmı Bağdad'da geçtiğinden ve orada iken meşhur olduğundan "Bağdadî" nisbesiyle anılır. Baba tarafından Hz. Osman, ana tarafından da Hz. Ali soyundandır. 1193/1179 yılında bazı kaynaklara göre Şehrezur'da, bazılarına göre ise Baban'a bağlı Karadağ'da doğdu. İlk tahsilini önce babasından, ardından da Süleymaniye medreselerinde yaptı. Seyyid Abdülkerim Berzenci, Seyyid Molla İbrahim gibi alimlerden okudu. Süleymaniye'den Bağdad'a geçti. Bağdad'da bir sure ilim tahsiliyle meşgul olduktan sonra tekrar Süleymaniye'ye döndü. İlme doymuyordu adeta. Dini ilimlerden sonra fen ilimlerine merak sardı ve devrin Ali Kuşçu'su sayılan Muhammed Kuseym'den riyaziye, hesap, hendese, hey'et ve üstürlab gibi teknik bilimler tahsil etti.

Üstün zekası ve yüksek ilmi kabiliyeti sayesinde çevresinde ilgi odağı oldu Devrin idarecileri kendisini bir medreseye müderris tayin etmek istedilerse de o bundan imtina etti. Henüz bu işe ehil olmadığını beyan ederek afv diledi. Ancak 1213/1798 yılında Süleymaniye'de ortaya çıkan taun vakasında hocası Abdülkerim Berzenci vefat edince onun yerine müderrisliği kabul etti. Yedi yıl sureyle sürdürdüğü tedris hizmetinden sonra içinde hissettiği boşluğu doldurmak ve manevi bir teselliye nail olmak amacıyla hacca gitmeye karar verdi. Hac yolculuğu sırasında Şam'a uğradı ve bir süre orada ikamet etti.

Şam'da ikameti sırasında Muhammed el-Küzberi'den hadis icazeti, Mustafa el-Kürdî'den kadiri hilafeti aldı. Hac yolculuğu sırasında yolun meşakkatlerinin yanı sıra manevi bazı lütuflara ve tasavvufi irşatlara da mazhar oldu. Nitekim Medine' de bulunduğu sırada kendisine rehberlik edecek mürşid ararken karşılaştığı hüsn-i hal sahibi bir zattan dua ve irşad talebinde bulundu. O zat, kendisine şu nasihat ta bulundu. "Mekke- i Mükerreme'de bulunduğun sırada zahiren gördüğün bazı hataları yargılayıp reddetmekte aceleci olma!"

Halid Bağdadî arkardaşlarıyla Medine'den Mekke'ye geçti. Günlerini Kabe civarında ibadetle geçirmeye özen gösteriyordu. Yine bir gün sabahın erken saatlerinde Harem-i Şerif'te Delail okurken birinin sırtını Kabe'ye dönüp oturduğunu gördü. Kendisine bakmakta olan bu zat ile bir ara göz göze geldiler Arkasını kıbleye ve Kabe' ye dönmüş bu zatın hali pek hoşuna gitmemekle birlikte Medine'de aldığı nasihat gereği sesini çıkarmamaya azimliydi. Ancak bu sefer sözü başlatan karşısındaki zat oldu: "Allah indinde mümin bir gönlün Kabe'den daha değerli olduğunu bilmez misin? Hem Medine'deki zatın söylediklerini ne çabuk unuttun?"

Bu hikmetli ve anlamlı sözlerin etkisiyle başı dönen Halid Bağdadi gayr ı iradî sözün sahibinin dizlerine kapandı ve kendisini irşad etmesini istedi. Ancak şu karşılığı aldı "Sizin irşadınıza dair işaretler Hindistan tarafından geliyor. O tarafa yönelin!"

Hacc farizasını tamamlayan Halid Bağdadî, Süleymaniye'ye döndü ve tedris hizmetine devam etti. Nihayet bir gün Abdullah Dehlevi'nin gezginci dervişlerinden Mirza Rahimullah Azimabadî'nin Süleymaniye'ye gelmesine kadar bu hizmeti sürdürdü. Mirza Azîmabadî ile Süleymaniye'de uzun uzun sohbet ve halvetlerde bulunan Mevlana Halid, Nihayet beklediği anın geldiğine inanmıştı. Dünyevi bütün meşguliyetlerini bırakarak mirza Azîmabadî ile Hindistan'a sefere çıktı (1224/1809). Yaya olarak tam bir yıl sürecek olan bu yolculuk boyunca da boş durmadı. Yolda her bölgedeki ulema ve meşayihin kabrini ziyaret etti. Pek çok alim ve şeyh ile görüşüp tanıştı. Nihayet Abdullah Dehlevi'nin dergahının bulunduğu Cihanabad'a vardı.

Mevlana Halid, orada şeyhinin yanında bir yandan seyru suluk ile manevi eğitimini tamamlarken diğer yandan da şeyhinin izin ve işaretiyle Molla Abdülaziz el-Hindi'nin akaid ve kelam derslerine devamla icazet aldı. el- Hindi Tuhfe-i İsna Aşeriyye adında şiaya reddiye yazmış bir Nakşı şeyhi ve akaid bilginidir. Abdullah Dehlevi, müridi Halid Bağdadî'ye Nakşbendiyye, Kadiriyye, Sühreverdiyye, Kubrevivye ve Çeştiyye tarikatlarından icazet verdi .Dehlevi, müridindeki "benlik" duygusunu kırmak için onu küçük hizmetlerde kullandı. Temizlik yaptırdı Hatta helaları yıkattırdı. Nefsin azgın dalgalarını durulttu ve bir yılda onu eğitti.

Şeyhinin yanında seyru sulükunu tamamlayıp irşad icazetini alan Mevlana Halid şeyhinden aldığı işaretle tekrar memleketine döndü. Son arzusu sorulduğunda verdiği cevap ilginçtir: "Son arzum dindir, dinin kemali ve kuvvet bulması için de dünyayı isterim."

1226/1811 yılında memleketi Süleymaniye'ye geldi Ardından şeyhinden gelen bir işaret üzere Bağdad' a gitti. Orada vali Said Paşa'nın da desteğiyle İhsaiye medresesini ihya ederek ilk "Halidî tekkesi" haline getirdi. Engin bilgisi geniş tasavvufi etkisi kısa zamanda şöhret ve nüfuzunu artırınca çevrede hasedci nazarlar ve kıskanç tavırlar şahlamış işi kendisini Vali Paşa'ya şıkate kadar vardırmışlardı.

Şikayetin bir ucu pay-ı tahta Sultan II. Mahmud'a kadar ulaştı Sultan Şeyhülislâm-ı çağırıp kararını vereceği sırada Şeyhülislâm Mustafa Asım Efendi Sultan a :"Ey iman edenler, size bir fasık gelir ve bîr haber getirirse onu iyice araştırın. Aksi halde bir topluluğa bilmeden bir kötülük etmiş olursunuz. Sonra da pişman olursunuz." (el-Hucurat, 49/6) ayetini hatırlattı. Bunun zerine Sultan bu iş için iki adam gönderdi. Diğer taraftan Vali Said Paşa'nın yaptırdığı araştırmada Mevlana Halid'in haklı iddiaların iftira olduğunu ortaya çıkardı. Olayların yatışması için Mevlana Halid, memleketi Süleymaniye'ye döndü.

Süleymaniye'de de hemen ikinci bir tekke açıldı. Gerek Bağdad'daki ilk tekkede, gerekse Süleymaniye'deki ikinci dergahta pek çok halife yetiştiren Mevlana Halid bunları İslâm ülkelerinin muhtelif merkezlerine gönderiyordu Süleymaniye den sonra bir ara tekrar Bağdad'a gelen Mevlana Halid, oradan da Şam civarında Salihiye'de üçüncü bir dergah daha açtı (1238/1822)

Salihiye'de üç yıl kadar irşad hizmetiyle meşgul olduktan sonra 1241/1825 yılında tekrar hacca gitti. Hac dönüşü Şam da kolera hastalığına yakalandı. Çok geçmeden 12 Zilkade 1242, 10 Haziran 1826 yılında vefat etti. Vefatı sırasında ağzından "Ey itminana eren nefs, sen O'ndan, O senden razı olarak dön Rabbına!" (el-Fecir, 89/27-30) ayetleri dökülmüştü. Kabri, Şam Salihiye'de Kasyon tepesi eteğindedir. Halifelerinden Muhammed el-Firaki'nin delaletiyle kabrinin üstüne I. Abdülmecid Han tarafından kubbe yaptırılmıştır.

Mevlana Halid'in tedris ve ilmi eserleriyle başlayan şöhreti, İslâm dünyasının her bölgesine gönderdiği yüzlerce halifesi sayesinde daha sağlığında iyice artmıştı. O'nun mürid ve müntesipleri arasında Mekkizade Mustafa Asım ve Mehmed Refik Efendi gibi şeyhü'l-İslâmlık makamını ihraz etmiş ilim adamları Said Paşa, Davud Paşa, Abdullah Paşa, Necip Paşa ve Namık Paşa gibi devlet ricali de yer almaktadır. Halidiyye'nin halk ve devlet ricali ile ilim adamları arasında kısa zamanda ve sür'atle yayılmasının temelinde genellikle Halid Bağdadî nin şeriatın zahirine sıkı sıkıya bağlı bir ilim adamı olmasıyla halifelerini genellikle ilim erbabından seçmesi gerçeği vardır. Mevlana Halid in bizzat yetiştirip görevlendirdiği 116 halife Halidiliği XIX asrın en büyük tarikatı haline getirmiştir. Ünlü hanefi fakihi İbn Abidin ile Ruhu'l-maani adlı tefsirin müellifi Alusî de Halidi mensubudur.

AHLAKÎ VASIFLARI

Halidi Bağdadî hazretleri cömert, güzel ahlaklı, halkın eziyetlerine sabırlı, açık ve tatlı sözlü, azimetle ameli seven, ihtiyatı elden bırakmayan, yetim ve dulları himaye eden, Allah yolunda kınayanın kınamasından korkmayan bir gönül eriydi.

Huzurunda oturup zahirî ve batınî adaba riayet edenler, azamî derecede istifade ederlerdi. Huzurda bulunanların kalbleri dünya sevgisinden temizlenir, makam ve mansıp endîşesinden, gaflet pasından arınırdı.

NASİHATLARİ

Size kat'iyyetle emrederim ki, bütün varlığınızla sünnet-i seniyyeye sarılıp cahiliye adetlerinden ve bidatlerden sakının. Sufiye hakkındaki dedikodulara aldanmayın. 'Paşa da olsa avamdan insanlarla ülfet etmeyin. Onlardan hangi vesileyle olursa olsun, bir şey istemeyin. Çünkü bu, sizin kötülükle itham edilmenize sebep olur. İki mefsedet arasında çaresiz kaldığınız zaman ehven olanını seçin. Mutlu kişi, başkasının başına gelenlerden ibret alandır. Daha önemli olanı, önemli olana tercih ediniz. Sakın ola ki sultanlarla ve devlet ricaliyle bir işe girişmeyin. Çünkü onları ıslah edecek güce sahip değilsiniz. Onları gıybet etmeyin, veliyy-i emrinize hayırlı işlerinde muvaffak olması için dua ediniz.

Dünya perest tüccarları, ulema taslaklarını, ilmi halk arasında bir makam elde etmek için maşa olarak kullanan talebeleri, tenbellikleri sebebiyle yüklerini halka taşıtmaya çalışan asalakları, maneviyatı dünyasına basamak yapmaya kalkışan kimseleri, tarikata almayın, alsanız da bu tür davranışlarına fırsat vermeyin. Bilesiniz ki bana en sevgili olanınız, ehl-i dünya ile alakası olmayan, başkalarına yük olmayanızdır. Daha da sevimlileriniz fıkıh ve hadisle uğraşanlarınızdır. Nitekim tabileri çoğalanın şeytanları çoğalır, malı çoğalanın hesabı zorlaşır Tama ve şöhret sevgisine tutulan dünyalığını arttırmak, makama erişmek için her şeyi meşru görmeye başlar .Dünya ile dini değişir."

"Zikr-i kalbiye devam et. Yolda giderken de olsa onu bırakma'. Her işinde Allah'ın kuvvet ve kudretine iltica et! Sadat-ı kiram hazretlerinin rühaniyetinden istimdat et. Alimlere ve Kur'an hafızlarına ikram et. Mümkün mertebe Kur'an kıraatiyle ve en çok da fıkıh ilmiyle meşgul ol! Huzur-ı kalb,seni bu işten alıkoymasın!".

ESERLERİ

Mevlana Halidi Bağdadî, sohbetleri ve yetiştirdiği halifeleri kadar yazdığı eserleriyle de ünlüdür. Bu eserleri muhtelif dini konuları ihtiva eder. Bir kısmı Farsça, bir kısmı Arapça"dır:

1. el-Akdü'l-Cevheri: İlm-i kelamda "kesb" konusunda Maturidi ile Eş'ari mezhebi arasındaki görüş ayrılıklarım belirten bir risaledir. İstanbul'da basılmıştır.

2. Rabıta Risalesi: Nakşbendiyye'de önemli bir yeri olan rabıta konusunu anlatan müstakil bir risaledir. Raşahat kenarında basılmıştır.

3. Şerh Makamat-ı Harirî

4. Şerh Hadis-i Cibril: Cibril hadisi diye bilinen meşhur hadisin akaid ve tasavvuf açısından yapılmış Farca bir şerhidir. Eser yazma olup bir nüshası Süleymaniye kütüphanesinde vardır.

5. Siyelkütî Haşiyesi

6. Akaid-i Adudiyye

7. Divan, Farsça, Arapça ve Kürtçe şiirlerden meydana gelen bu eser, Sadreddin Yüksel tarafından terceme edilmiştir.

Mevlana Halid'in hayatı ve menkıbeleri hakkında yazılmış Mecd-i Talid gibi müstakil eserler de vardır.

.............. .:: MEVLANA HÂLİD-i BAĞDADİ’NİN MEKTUBU :: .............


Mevlânâ Hâlid-i Bağdadi’nin (k.s)
Seyyid Abdülgafur (k.s), Molla Muhammed Cedid (k.s) ve Musa Cûri’ye (k.s) yazdığı mektup

Rahman ve Râhîm olan Allah’ın (c.c) adıyla.


Rahmaniyetinin tecellisi ile bizleri yokluktan varlık âlemine çıkardık-tan sonra hidâyetine erdirip ebediyet âleminde mükafatlandıracak olan Rahman ve Rahîm Allah’u Teâlâ’nın (c.c) isim ve yardımı ile başlarım.

Hamdü senâlar Allahu Teâlâ (c.c) üzerine olsun. Sâlât-ü selâm Resül’ünün (s.a.v) ve seçkin kullarının üzerine olsun.

Bu mektup nefsini helâk edip şerrinden kurtulmak için gününü, yarı-nının cezasından ve yarının günahlarından nasıl kurtulacağı ve yarının mükafatlarını nasıl kazanacağı düşüncesiyle geçiren Hâlid’den ümmetin hizmetçileri olan Seyyid Abdülgafur, Molla Muhammed Cedid ve Musa Cûri’ye Allah’ın (c.c) selâmı, rahmeti ve bereketiyle.
Bundan sonra sizlere vasiyetim:

Sizlere en şiddetli ve kuvvetli şekilde sünnet-i seniyyeye yapışmayı emrederim.

Yine sizlere, alçak bid’atcılara ve cahiliyenin âdet ve geleneklerine itiraz etmenizi ve sûfilerin şatâhatlarından(7) mağrur olmamanızı emrede-rim.

İdari makamlardakilerin sözlerini aktarıp yalnız onlarla meşgûl olan-ların sohbetlerini terk edin. Çünkü onların işaretleri bile sizleri töhmet al-tında bırakır.

İki ifsad edici şeyle karşılaşırsanız ehvenini tercih etmek lazımdır.

Saadete eren; kendinden başkalarını görüp vaazlanan(8) ve kötülük-leri görünce onları terk edendir. (9)

İhvanın ihtiyaç ve işlerini görmek ibadetlerin en büyüklerindendir. Ama sizleri bu düşünce aldatmasın; eğer yapacağınız iyilikten daha büyük günâh ve zarar meydana gelecekse onu terk etmek daha büyük ibadettir. (10)

Zarûretsiz olarak devlet reisinin, zâlim âmirler ve yardımcılarının aralarına girip çıkmayınız. Sizler, onları ıslâh edeceğiz derseniz aldanırsı-nız. Onları ıslâh etme mecburiyetinde de değilsiniz. Ve onlara, zâlimlerden zannedip çoşku ve gururla kötü söyleyerek gıybetlerini etmeyin ve onları küçümsemeyiniz. Çünkü onları küçümserseniz kendinizi sulehâdan(11) zannedip ucba kapılarak cahillik yapmış olursunuz. Bizlerden kim var ki zâlimlerden değildir.(12) Sizin üzerinize düşen, onlara ve yardımcılarına ha-yırlı işlerinde muvaffakiyet ve hallerinin ıslâhına dua etmektir.

Taberânî Muğcem’ül-Kebir ve Evsat’ında sahih isnatla Resûlullah’tan (s.a.v) rivâyet ettiği: “İmamlarınız için kötü söylemeyiniz. Onların ıslâhına dua ediniz. Onların ıslâhı sizin ıslâhınızdır,” hadis-i şerifi nihâi derecede sahihtir.

Arzuları ile dünya nimetlerine dalıp zevkü sefâsının peşinde dolaşan-ları yanınıza çağırmayınız. (13)

Dünyayı toplamak, celbetmek için yanınıza yaklaşmak isteyenleri yanınıza çağırmayınız.

Mânâyı makam bilip, makam ve mevki kazanmak ve ilimle bir ma-kam elde etmek için koşanları da yanınıza çağırmayınız.

İlimlerini makam ve mevkiye vesile kılanları da yanınıza çağırmayınız.

Battalları da yanınıza çağırmayınız.

Dünya makam ve mevkilerinden kendilerine bir yol görününce, kap-lanların avlarının üzerine sıçradıkları gibi o makâmı elde etmek için sıçra-yanları da yanınıza çağırmayınız.

Muhakkak, makam harisleri başkalarını kendi seviyelerinde görünce gazaplanarak bundan razı olmazlar. Onlar kendilerinin hilâfet(14) makamın-dakilerin seviyesinde anılmasından bile razı olmazlar.

Hilâfetleri ile meşhur olanları görüp şöhret için hilâfet arzusunda olanları da yanınıza çağırmayın.

Hilâfet sebebi ile halkın kalplerini kendilerine celbetmek isteyenleri de yanınıza çağırmayın.

Ve biliniz ki bana en çok sevileniniz;
Kendisine en az tâbî olunanızdır.
Dünya ehliyle alâkası en az olanınızdır.

Geçiminde israfsız yaşayıp kendi servetini artırmayan ve başkalarına yük olmayanınızdır.

İnsanların hukukuna riayet etmekte hataya düşmemek için fıkıh ilmi ile meşgul olanınızdır.

Devlet başkanı ve ricâlinden en uzak kalanınızdır.

Bazı hadislerde beyan edilmiştir ki, “Bir kişi devlet ricâline ne kadar yaklaşmışsa, Allahu Teâlâ’dan (c.c) o kadar uzaklaşmıştır.”

Müntesip ve sözlerinize uyanların çoğalmasını da arzu etmeyiniz. Çünkü insanın çevresi çoğalınca şeytanları da çoğalır. Kişinin malı çoğaldı-ğı kadar hesabının da çoğalması gibi.

Cemaate siyah bir nokta olarak işaret edilmiştir. Bu noktanın genişlemesinin çok büyük bir kıymeti yoktur. Ortada makam, mevki ve şöhret-ten başka bir şey kalmamıştır. Bu niyetlerle cemaatlerin fesâda kapılacağı açıktır. Ve bunları birer birer ifâdeye de ihtiyaç yoktur.

Şeytan sizleri hilâfet makamı ile aldatmasın. Çünkü insanları Hakk’a ve Hakîkâ’te ancak takva ulaştırır.

Halkın kalbini, cezbeler ve bazı düşünceler yerleştirmek için, fayda-sız sözlerle ifsat etmeyiniz.

Her ne zaman size tâbî olanlar çoğalırsa Kur’an-ı Kerim okuyunuz(15). Her gün Kur’an hatmi yapmanız mümkün olmayabilir. Ama hatmi tamam-lamaya gayret ediniz.

Sizlere sâdık talebeler bıraktım. Onlar geçmişte beyan ettiğimiz kötü ahlaklardan birisi ile vasıflanmazlar. Her ne kadar onlar az ve nâdir iseler de onlardan birisi battalların bininden daha iyidir.

Kur’an hatmi için otuz kişi yeterlidir. Bu kadar kişi ihlaslı komşular-dan da bulunur. (16)

Eğer otuz kişi bulamazsanız Allahu Teâlâ (c.c) gücünüz yettiği kada-rını emreder. (17)

Kendisini meşhur eden Abdullah Efendi’nin (18) evine kadınların gidip gelmesi düşüncesi sizi meşgûl etmesin. O, kadınlara teveccühüne devam edebilir. Abdullah kendi rızası ile tarikatı terk edip kendini hilafet makamı-na koyduğundan dolayı büyük bir tepeden düşmüştür.

Bu tarikatın büyükleri ve makamları ile oynanılmaz (1). Abdullah kendi-sine halife ismi verdiğinden dolayı, kendi makamını diğer birçok halifenin makamından ileri olduğunu zanneder.

Tarîkata girip de ehl-i dünya olanların durumu, tarikata hiç girmemiş ehl-i dünya olanların durumu ile mukayese edilemez (2). Abdullah’ın mer-hum kardeşi gibi (Allah (c.c) mekânını temiz kılsın).

Bu Tarîkat’ın (Nakşibendî) imamları; tarîkata girdikten ve irâdelerini teslim ettikten sonra az yanlış davranan müridlerinden bazılarını müridlikten reddetmişlerdir(3). Hilâfet makamında olanları ise daha fazla reddedebilecekleri de bilinmelidir. (4)

Tarîkat’ımızın imamlarından Bahaüddin Nakşibend (k.s) ve Ubeydullah-ı Ahrar (k.s) Hazretleri, izinsiz hacca hazırlandıktan sonra şeyhinden izin isteyen ve medreseye okumaya gittikten sonra şeyhinden izin isteyenleri cemaatinden reddetmiştir.(5)

Eğer bu takvâ biatine(6) muhalefet ederseniz, benimle anlaşma üze-rinde değilsiniz. Allahu Teâlâ’nın (c.c) buyurduğu gibi:

“Sizler biliyorsunuz, dönerek kendilerine zulmedenler de gelecekte bilirler” (Şuara Süresi 227)


...................................... .:: Dipnotlar::. .........................................

1) Bu ifadeden anlamamız gereken şudur. Bir tarikatın önderleri ve bu yolun makamları Kur’an ve sünnet’e uygun ise; onların söz ve temsil ettikleri makamı alaya alıp kü-çümsemek o makamların temsil ettikleri mânâyı küçümsemek olduğundan dolayı hoş görülmemiştir.

2) Bu ifade bize bilenlerle bilmeyenlerin aynı şekilde karşılık görmeyeceğini ifade etmek-tedir. Muhakkak ki bir mesele ile ilgili hükmü bilerek ona zıt davranışlarda bulunmak o hususta bilgi sahibi olmayanın durumu ile mukayese edilemez. Bu gibilerin görecek-leri mükafat ve ceza da aynı değildir.

3) Tarikat mekteplerinin Kur’an ve sünnet çizgisindeki hassasiyetlerine dikkatimiz çekil-mekte ve bu hususlarda gaflete düşenler ikaz edildikleri halde durumlarını düzeltme-yince cemaatten uzaklaştırılmaktadır.

4) Burada dikkatimiz çeken husus ise müridlerin hatalarından dolayı cemaatten uzaklaş-tırılması gibi bu yolun temsilcileri de bu hususlarda gaflete düşerseler müridlerden daha şiddetli bir şekilde ikaz edilerek bulundukları makamdan uzaklaştırılırlar.

5) Bunun sebebi şudur: Takva bağı kardeşlerin birbirlerinin hareketlerinden haberdar ol-masını gerektirir. Böyle habersiz bir davranış bu bağın yıkıldığının alameti olabilir. Günümüzde de samimi olan insanlar bir yere giderken “şuraya gideceğim“ diye arka-daşlarını önceden haberdar etmektedir.

6) Bu ifadeden anlıyoruz ki tarikat müessesesindeki biat, şahıslara yapılan bir bağlılık demek değildir. Buradaki Biat takva üzerine yaşamaya karar verme biatıdır. Yani ha-yatı Kur’an ve Sünnet’e göre tanzim ederek yaşama eğitiminin biatıdır.

7) Zahiri olarak Kur’an ve sünnete muvafık olmayan davranış ve sözler

8) Yani başkalarının iş ve fillerini iyi görünce en iyisini yapmaya gayret etmek.

9) Yani bir şeyi başkaları yaptığı zaman onu kötü kabul edince aynı kötülüğü kendisi ya-pınca da kötü kabul edip, o kötülüğü terketmek

10) Gerek ihvan gerekse herhangi birisine yapacağınız maddî ve mânevî yardım daha son-ra pişman olmanıza ve bu vesile ile günah işlemenize sebep olacaksa onu terk etmek daha evlâdır. Bundan dolayı tahammül edemeyeceğiniz maddî ve mânevî mükellefi-yetler altına girmeyiniz. Mesela: Bir kimseye maddi yardım yapıp daha sonra bunu alma imkanından mahrum kalarak o mü’minle hukukunuzun bozulması gibi. Bundan dolayı yapaçağınız yardımları geri dönmemesi halinde sizleri mağdur etmeyecek sevi-yede tutmanız daha hayırlıdır. Aynı şekilde lâyık olmayan insanları düzelir umuduyla çevrenize yaklaştırarak bulunduğunuz ortamın ahenginin bozulması gibi.

11) Salih amel sahiplerinden

12) İnsanın Kur’an ve sünnete ters düşen zerre miktarı davranışı ve en küçük müstehapları terk edişi birer zulümdür.

13) Avare işsiz güçsüz, günlük geçimini sağlamak için tekke ve şeyhlerin çevresinde dola-şan tembel kişiler.

14) Hilafet kemle olarak vekâleten temsil etmek manasına gelir. Yukarıda ifade edilen “Hilâfet makamı”, mâddi ve mânevi temsili birden ifade etmektedir. Mevlânâ Hâlid Hazretleri idari makamlardaki temsille mânevi makamlardaki temsili, temsil kabiliyeti olarak bir kabul etmektedir. Dolayısıyla buradaki hilâfet ifadesini bu şekilde anlamak gerekir.

15) Çünkü nefs ve şeytanın en çok hoşlanmadığı şey, Kur’an dinlemektir. Bir meclis eğer sürekli olarak Kur’an’ı okuyup anlamaya ve anlatmaya çalışırsa o meclislere devam edenlerin sayısı zaman içerisinde azalır. Yani adeta kalabalıkların özü Kur’an’ın etra-fında kalır. Kur’an okumayı da sadece okumak değil, okunanı anlamak ve yaşama gayretinde olmak şeklinde kavramak gerekir.

16) Burada bir hususa daha dikkatimiz çekilmektedir. Kur’an üzerine çalışma yapmak için insanları bir cemaat şemsiyesi altında toplananlarla sınırlamanın doğru olmadığı, çev-remizdeki ihlâslı insanlarla da aynı çalışmaların yapılabileceğidir.

17) Bu da bize sayıların azlığının asla ümitsizlik sebebi olmaması gerektiğini bildirmekte-dir. Çünkü Rabb’imiz (c.c) bizden gücümüzün yettiği kadarını istemektedir. Eğer biz-ler gücümüzün yettiği kadarını büyük bir gayret ve ihlasla yaparsak, Rabbi’miz (c.c) kendisine giden yolları önümüze açıp ilerlememizi kolaylaştıracağını vaad etmiştir.

18) Mevlana Halid devrinde yaşayan takva çizgisinden ayrılıp bidat yoluna sapan bir kişi. Bu günde onu temsil eden kişiler,in hükmü aynıdır.

Hiç yorum yok: