Pazar, Kasım 23, 2008

Hacı Dursun Efendi

Ofun Büyük Alimlerinden Hocaların Hocası Kuveloğlu Hacı Dursun Efendi


Hacı Dursun Efendi - Pınarca Köyü Yukarı Mahalle - İcazet Töreni / 1970

Hacı Dursun Efendi - Pınarca Köyü Yukarı Mahalle - Camii ve Medrese Ziyareti

Pınarca Köyü Yukarı Mahalle Kur'an Kursu İcazet Merasimi / 1970
Of’un Çalek köyünde 1300 H (1883’te) doğmuştur. Babasının adı Yakup efendidir. 1917’de dersiam olmuş Trabzon ve civarında medrese müfettişliği yapmıştır .
İstanbul Süleymaniye Medresesinde tasavvuf, kelam ve fıkıh şubelerinden mezundur. Yazmış olduğu eserler daha çok dini şiir türündedir. Çevirilerini ise değişik anlayışla ele almıştır. En önemli eserleri şunlardır:
1. Muhtarul el Hadis (1. cilt tercümesi) (İstanbul 1964),
Muhtaru’l Ehadis-i Nebeviye tercümesinin birinci cildi olarak basılmıştır.
2. Tevhit ve İşrak (İstanbul 1920)
3. Ahlak ve İnanç Öğütleri (Giresun 1956)
4. Muhtarul el Hadis 1., 2. ve 3. cilt tercümeleri (Hepsi bir arada)
5. Ahiret hakikatleri ve Dirilmek Hikmetleri (Trabzon 1970 (manzum tarzda yazılmıştır).
6-Münkızü’l Felasife ve Muzhirü’l- Hakika (Mekke 1949)
Yazarın “Ahiret dünyadan hayırdır” başlığı ile yazılmış eserinden birkaç beyit :
“Uludur adı ALLAH’IN bütün isimleri hüsna
O’nun efali nuk kemdir, azimdir kudreti ecla,
Buyurmuştur kitabında Cenabı ALLAH
Ahiret çok hayırlıdır, bu dünya fanidir etna,
Ahiret mülkü bakidir bütün nimetleri dain
Evet sağlam imanlıya verir cenneti Mevla
Bu müjdeyi kitabın çoğu yerinde demiştir
Ahiret mümine rahat hayatın etmesi iva”
Çalekli Hacı Dursun Efendi adıyla ün kazanmış olup 27 Şubat 1977’de köyünde ölmüştür. Yazar ve büyük din aliminin yazıp ta basamadığı “Muhtar-ül E Hadis” adlı kitabının daktilo edilmiş 2. ve 3. ciltlerinin dosyası, oğlu Süleyman Efendi tarafından bastırılıp dağıtılması amacıyla bana verilmiş olup ben de birkaç dini kuruma götürdüğüm bu kitabı bastıramayınca vebal altında kalmamak için 1996 yılında İstanbul’daki Of Hayrat Derneği’nin o zamanki genel başkanı rahmetli İsmet Taka’ya “derneğin bu kitabı basmasını sağlaması” amacıyla verdim. Oda bu kitabın dilinin çok ağır olduğunu belirterek düzeltilmesi için birilerine teslim etti. Kitap hala düzeltilemedi (yıl 2004 Aralık ayı).
Dursun Nuri Feyzi Güven, Van’dan göç edip Trabzon’un Of ilçesine bağlı Büyükköy’e yerleşen ve Güveli lakabıyla anılan Abdülaziz efendinin torunlarından Yakup Efendi’nin oğludur. Doğum yerine nispetle Çalekli Dursun Efendi olarak tanınır. Hafızlık yapmaya başladığı yedi yaşında babasını kaybetti. Dokuz yaşında iken Hemşinli Ahmet Efendi’nin yanında hafızlığını bitirdi. Hayrat Hanlut (Dağönü) köyünden olan Karakaş Ahmet Efendi’den onun köyündeki medresesinde Arapça öğrenmeye başladı. Hocasının 1903 yılında ölümü üzerine Çaykara’nın Akdoğan köyüne giderek Tayyib Zühtü Efendi’nin talebesi oldu. Bu sırada annesi vefat ettiğinden tahsiline bir süre ara verdi. Bir müddet sonra hocası Çalek (Sıraağaç) köyüne gelince tahsiline kendi köyünde devam etti. Tayyib Zühtü Efendi’nin birkaç yıl sonra Çaykara’ya dönmesi üzerine İstanbul’a gitti. Bazı medreselerde kısa süre devam etti. Daha sonra tekrar memleketine dönerek eski hocası Tayyib Zühtü Efendi’den tahsilini tamamladı. Hocasının kardeşi Velizade Hasan Hilmi Efendi’den Feraiz ilmini öğrenip icazet aldıktan sonra İstanbul’a döndü. Fatih Darü’l- Hilafet-i Aliyye Medresesi’ne giderek Medrese-i Sahn’ı bitirdi. Buradaki öğretmenleri arasında ünlü Oflu din alimi Mehmet Emin El Ofi veya padişahın huzur hocalarından Mahmut Kamil Efendi’de vardı. Hatta çocuklarına bu hocasının Fatih camisindeki mezarı başında her hafta Cuma günleri Yasin okumasını vasiyet etmiştir. Ancak bu hocasının hangisi olduğu tespit edilememiştir. Başka bir Oflu hocası da Yusuf Şevki Efendi olup ona mensup olan alimler arasında yer almıştır.
Hacı Ferşat Efendi, bir gün, “bana Yakup’un uşağı Molla Dursun’u çağırın” demiş ve onu çağırtmış. Onu okutarak daha sonradan tarikatına almış şeklinde çevrede konuşulmaktadır.
Çalekli Dursun Efendi’nin Süleymaniye Medresesinde eğitim görür. Burada ilk yıl Trah-i Edyan’dan 10, Felsefe-i İslamiye’den 10, Hikmet-i İlahiye’den 7, Kelam’dan 9, İlm-î Nefs’ten 8, Felsefe-i Umumiye’den 9, Mantık’tan 8 ve tasavvuf’tan 8 gibi sınıfının en yüksek notlarından birini alır. Aynı başarıyı ikinci sınıfta da tekrarlar. Burada da yukarda belirtilen toplam sekiz dersten 68, üçüncü sınıfta ise aynı sekizden toplam 74 gibi en yüksek notlardan birini alarak 17 Nisan 1922 tarihinde mezun olur. İlk maaşında 400 kuruş ücret alır.
Dursun Fevzi Güven, bir süre meşihat dairesinde çalıştıktan sonra alay imamlığı yaptı. Ardından Medresetü’l Kudat’tan mezun oldu ve Karadeniz bölgesindeki medreselerin müfettişliğine tayin edildi. 23 Ekim 1923’te bölgenin ileri gelen âlimlerinin de görüşlerine tercüman olmak amacıyla Sebîlür-reşâd mecmuasına gönderdiği bir yazıda, Cumhuriyet ile ilgili makalesi vardı.
Medreselerin kapatılmasının ardından Of’ta açılan İmam- Hatip Mektebi’nde müdürlük yaptı(1925). İki yıl sonra bu görevden ayrılarak Havza’nın dağ köylerinden birine yerleşti. Siyasi gerginliğin azalması ve bazı af kanunlarının çıkmasından sonra (1933 yılından sonra) tekrar Karadeniz bölgesini dolaşarak Trabzon, Giresun, Ordu ve Samsun’da vaazlar verdi. 1938 yılında köyüne dönerek Trabzon Hayrat ilçesi Hundez (Güneşli) köyünde Çaykaralı Tahir Efendi’ye ait medresede gayri resmi olarak İslami ilimleri okutmaya başladı.
Arapça yazdığı bazı risalelerini de yayınlamak amacıyla 1950 yılında hacca gitti. Ancak kitaplarını neşretme imkanı bulamadığı gibi yolculuk esnasında bunlardan bir kısmını kaybetti.
Memleketinde Çaykara’da talebelik yaparken Gümüşhanevi Ahmet Efendi’nin halifelerinden Hacı Ferşat Efendi ve Vizena Ahmet Efendi’ye intisab ederek onlardan hilafet aldı. 1957 yılında İstanbul’da Ali Haydar Efendi’nin de halifesi oldu.
Öğrencileri arasında günümüzün en büyük din alimlerinden Nakşi Şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu, rahmetli Mehmet Rüştü Aşıkkutlu gibi büyük alimler vardır. Bunların yanı sıra Remzi Yavuz, Osman Niyazi Atay, Hüseyin Hatipoğlu, Hüsnü Lostar, Kamil Küçük, Hasan Rahmi Yavuz’da bulunmaktadır. Rize İlahiyat'ta öğretim üyesi Doç. Dr. Salih Sabri Yavuz bu konu ile ilgili olarak "Çalekli Dursun Efendi isimli yazınızda öğrencilerinden bahsederken Çaykaralı Hasan Rami Yavuz'u da onun talebeleri arasında gösterdiniz. Eğer bundan maksadınız feyz şeklinde manevi bir öğrencilik ise doğrudur. Ancak İslami ilimlerin tahsili anlamInda ise bu bilgi tashihe muhtaçtIr, isabetli değildir." şeklinde bir düzeltme göndermiştir.
Hasan Fehmi Akce’nin anlattıklarından “1947 yılında dedemle birlikte Mehmet Rüştü Aşıkkutlu Efendi’nin yanına gittim. Hocası olan Hacı Dursun Feyzi Güven Efendi’de oradaydı. Dursun Efendi, dedem Mehmet Çavuş’a hitaben: “Biraz eksikliklerim var. Mehmet Rüştü efendi’den onları telafi etmeye telafi edeceğim.” Mehmet Efendi güldü. “Hayır, benim eksiklerim var onları tamamlayacağım.” Dursun Efendi tekrar “İkimiz birbirimizi tamamlayacağız” dedi.”
2004 Temmuz ayı itibarıyla İstanbul’da Of-Hayrat Dağönü Köyü derneği başkanı olan Şükrü Kaya’nın Hacı Dursun Efendi ile ilgili bir anektodu şöyledir:
“Benim çocukluğumda (1963-1964 yılları arasında) ben 14 yaşlarındayken rahmetli babaannem Saliha Kaya, bohçaya radyoyu sararak Hacı Efendi’ye radyoyu götürmemi isterdi. O zamanlar radyo her yerde yoktu. Bizde pilli radyo vardı. Başka yerde olmadığından yaz aylarında bizim köyümüzde yatılı talebelere ders vermeye gelen Hoca Efendi, radyoyu alırdı. Ama babaannem radyoyu bohçaya sarardı ki kimse görmesin, hoca radyo dinliyor diye dedikodu olmasını istemezdi. Ama hocam bir gün radyoyu sardığımı görünce bana kızarak radyoyu sarmamamı, bilakis açık olarak elimde tutmamı istedi. Amacı radyoyu dinlemenin günah olmadığını, insanların dünyadaki gelişmelerden haberdar olması gerektiğini demiş idi. Bu uygulamayı köyümüzde açık ve aleni olarak yaptığımızda hem dünyadan haberdar olduk, hem de köyde dedikodu yapmaya fırsat bulamamış olduk öte yandan Hacı Dursun efendi, her Cuma günün sabahı Hanlut köyünün bir mahallesi olan Varhali mahallesinde bir mezarı ziyaret ederdi. Sonradan araştırdığımızda bu mezarın Karakaş Mehmet Efendi’nin mezarı olduğunu öğrendik.”
Hacı Ferşat Efendi, bir gün, “bana Yakup’un uşağı Molla Dursun’u çağırın” demiş ve onu çağırtmış. Onu okutarak daha sonradan tarikatına almış şeklinde çevrede konuşulmaktadır.
Çalekli Dursun Efendi hakkında başka anektodlar vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
Öğrencilerinden Ali Sabit Salihoğlu’nun anlattıklarından; “Birkaç arkadaş ile Hoca efendinin Çalek köyünde bulunan evinin ikinci katındaki misafir odasında kendisini ziyarete gitmiştik. Hoca efendi henüz misafir odasında değildi. Birden bir sarsıntı hissettik. Deprem oluyor diye heyecanlandık. O esnada odada bulunan Hoca efendinin oğlu Süleyman Efendi, “heyecanlanmayın. Heyecanlanacak bir şey yok. Babam şu anda alt kattaki odasında zikir ediyor. Yaptığı zikir esnasında ev her zaman zelzele oluyormuş gibi sallanır, bu geceye mahsus bir olay değildir” diyerek bizi teskin etti.”
Çalekli Dursun Efendi’nin oğlu merhum Hacı Mahmut Efendi’nin anlattıklarından; Nasıl ki kainatın efendisi ilk dört kişi olan Ebu Bekir, ali, Hatice ve oğlu Zeyd (r.z.) anhum ile islama davet ederek kabul eden bu dört sahabe işe başlamış ise biz de dört kişi ile 1941 yılı itibarıyla sonradan İkizdere müftüsü olacak olan Varda (Güneyce) İkizdereli Hafız Memiş Atay, sonradan Yozgat müftüsü olan meşhur kurralardan Hafız Hüseyin Hatiopoğlu ve Efendi’nin büyük oğlu Mahmut Güveli ve İkizdere ilçesi Varda (Güneyce) li meşhur kurra Hafız Hayrullah Atay’ın oğlu Hafız Osman Atay ile Hayrat ilçesi Hundez (Güneşalan) Hacı Tahir Efendi medresesinde başladık, başladık ama bizim için ne gece var ne gündüz. Bir taraftan lugat, bir taraftan sarfın alfabesi mesabesinde olan emsile okuyoruz. Öbür taraftan hocamız Dursun efendi, Gülderen köyünün yukarı kısmı Humruk mahallesi, Hundez köyü ve Harvel (Kireçli) köyünde küçük kız ve erkek çocuklarla (iki yüzden fazla) gece gündüz demeden uğraşıyor, akşam ile yatsı arası köy cemaatına kıraat ve kısa sürelerin ezberlenmesi ve namazın şeklini talim ediyor. Yatsı namazından sonra gece saat on ikiye kadar bizimle tekrar tekrar okutma ve mükaleme yapılırdı. İki sene böyle can dayanması mümkün olmayan bir çalışma devam ediyor. Arapça talebeleri kısmen artıyor, dersler yükseliyordu. Hocamıza ilerleyen talebeler aşağı kısımdakilere yardım ediyor ve küçük çocuklara bir taraftan okutacak hocalar tutuluyordu. Öğrencilerden yardımcı olanlar oluyor ama hummalı bir çalışma temposu artık semeresini vermeye başlıyordu. 1942 senesinin bir pazartesi günü. Hayrat’ın pazarı. O zaman çok büyük bir pazarcılık olurdu Hayrat’ta. İşte böyle bir kalabalık hafta günü Memiş Atay Efendi, camide vaaz-ı nasihat ediyor, büyük bir etki yapıyor. Çünkü 15 senedir havalide besmele aleni olarak besmele bile çekilememişti. Bir mollanın nasihat etmesi, bir aşrı şerif okuyanın yok olduğu bu anda 28-30 yaşlarında siyah sakallı, parlak yüzlü bir mollanın nasihat etmesi, büyük bir bombadan daha tesirli iz bırakıyor.
Ne ders okutan Hacı Dursun Efendi, usanmak, yorulmak biliyor ve nede öğrenciler. Yakacak bir şey yok, gaz yağı yok, yiyecek yok, istediğimiz gibi ekmek yok. Fasulye turşusundan başka katık yok. Hele bir aslen Termeli olan Sürmeneli Hasan Kır vardı. Bize biraz yemek yiyelim dediği zaman biz adam gibi yemek yiyeceğiz zannederdik. Halbuki yemek dediği bir hafta evvel bir cemaatın verdiği taş pilekide pişmiş kurumuş bir ekmek ile bir yaban biberi idi. O günkü öğrencilerin yüzde sekseni böyle idi.
Hopşeralı Hasan Efendi, Çalekli Dursun Efendi’yi iki katlı bir ev yaptırmakta olduğunu görünce ona maniyle takılır. Der ki:
“Çalek’in müderrisi
Oldu dünya herisi
Iki kat bina yapmaz
Peygamberler varisi”
Bu maniye üzülen Dursun Efendi, dünya hırsı taşıyan bir alim olmadığını ve yaptığı bu iki katlı evin aslında kendisi için değil de buraya okuma amaçlı gelecek olan öğrenciler olduğunu belirtir. O zaman Hopşeralı Hasan Efendi, “Ha, o zaman caizdir” demiştir.
Dursun Efendi’nin de şiirle dersleri vardır. Bunlardan birinde :
« Günümüz alimleri
Yediler alemleri
Kesp, bu kazanç gördükçe
Kan akıttı kalemleri »
Dursun Efendi, bu dörtlüğü demekle paranın ucunu gören alimler her türlü değerlere saldırmaktadır diye düşünmekte idi. Acaba ölmeden evvel « para hırsıyla yanıp tutuşan bazı günümüz alimlerini önceden ifade etmek mi istemişti ?
“Çalekli Dursun Efendi’nin babası Yakup Efendi, Hokkabazlardan 17 leşi olan Abdullah’ın kızını ister. Abdullah, çevresinde makbul adam sayılmazdı. İçki kumar, kabadayılık, eşkıyalık yani ne ararsan vardı. Yakup Efendi’nin çevresi, o adamdan kız istemesini istemezler. Çünkü kendisi o yaşta bile çok hürmet edilen bir adamdı. Hacı Tahir Efendi, iki haftada bir Of’a vaaz vermeye giderken yanında kalırdı. Buna rağmen Abdullah, kızını Yakup Efendi’ye vermez. Herkes bu duruma şaşırır. Kadı bile bu olayı duyar ve Yakup Efendi’ye rast gelince olayın doğruluğunu sorar. Oda doğru olduğunu belirtip kızı sevdiğini söyler. Kadı ise ona kızı alacağını der ve Kel Abdullah’ı arar. Sonunda bulur ve ona “derhal kızını Yakup’a ver” der. Bir tek kadıdan çekinen Kel Abdullah bu duruma itiraz edemez ve kızını Yakup Efendi’ye verir. Yakup Efendi’nin evlendiği bu kızdan bir türlü erkek evladı olmaz. Bir gün yanına gelen Hacı Tahir Efendi, Yakup Efendi’ye “bak erkek evladın olmadı ama yakında olacak” der. Gerçekten kısa zaman içerisinde Yakup Efendi’nin karısı hamile kalır ve erkek evlad doğurur. Diğer evlatlar yaşamadığı için buna Dursun adını koyarlar. Bebek 40 günlük olduğunda Hacı Tahir Efendi gelir ve onu kucağına alarak sever.
Çalekli Dursun Efendi, bir Ramazan ayında imamlık yapmak ve bol kazanç elde etmek için bir molla arkadaşıyla beraber Rusya’ya gider. O zamanlar Rusya’da Müslüman köyler imamları olmadıkları için Ramazan ayında gelen imamlara iyi para veriyorlardı. Tam bir köye giderek köylülerle anlaştılar ki Ruslar ile Osmanlıların savaşa başladıklarını ve sınırların kapatılacağını, Rus tarafında kalanların esir olacağını duyunca hemen geri dönmeye çalışırlar. Ancak ellerinde hiç para kalmaz. Dönüşte Batum’a geldiklerinde hem aç hem parasızdılar. Bir yerde eğlence sesi duyunca oraya gidip bakarlar. Bakarlar ki bir düğün güreşi dolayısıyla iri yarı bir Rus, önüne geleni yeniyor ve kendisini yenecek olana daha çok para vaat ediyordu. Artık, Rus’a karşı kimse çıkamaz olmuş. Dursun Efendi, ben çıkacağım diye yanındaki arkadaşına söylenince o kızmış. Çünkü kaç zamandır aç ve çelimsizi idi. Güreşçi değildi. O Rus’un yanına gider ve teklifi kabul eder. Rus ise ona “yahu sen güreş bilmezsin, git işine” der. O ise “sen merak etme” der. Sonunda meydanda kapışırlar. Rus, Hacı Dursun Efendi’nin belini sarar. Dursun efendi, kıpırdayamaz olur, nefesi soluğu kesilir. Sonra Dursun Efendi bir silkelenir ve Rus’u kaldırıp yere vurur. Rus yere serilince bir taraftan da yellenince herkes güler. Herkes şaşkınlık içerisindedir. Rus ise ona “yahu bu molla işi değil, inandığın Allah’ının işi ” der. Dursun Efendi ise “evet, parasızdım, sen belimi kavrayınca dua ettim. Allah’ım beni Rus’a yendirme” diye” dedi. Oradan parasını aldı ve Türk sınırından içeri girdiler. Kısa zaman sonra da sınırlar kapatıldı.”
Üç hanımından on çocuğu olan Hacı Dursun Efendi, 22 Şubat 1977 tarihinde Of’taki köyünde vefat etti. Mezarı köyündedir.
“Karadeniz bölgesinde Çalekli Dursun Efendi diye meşhur oldu. Bölgesinde ehl-i sünnet îtikâdını yaymak için büyük bir gayretle çalıştı. Hacı Dursun Efendi’nin tesirleri o bölgede hala devam etmektedir.”

NOT. yazının dipnotları, kaynakları ve resimleri yakında çıkacak olan Türkiye'de Oflu Hoca İmajı Veren Din Adamları" adlı kitabımda olacak

Hiç yorum yok: