Pazar, Ekim 05, 2008

Melamilik ve Melamiler Tarikat

Melamilik (Melamatiyye) (ملامتيه)ya da Melamiye olarak anılır . Çoğu zaman bir tarikat kimliği gibi değerlendirilmesine karşın, Melamiler tarihte ve özellikle Osmanlı'nın son dönemlerinde tarikatlar ve hurafeci - durağan dini bakış açısına sahip din adamlarına karşı mücadele içinde olmuşlardır. Örneğin; Niyaz-i Mısri bu yüzden sürgün edilmiştir. Dolayısıyla, melamilik tarikatten ziyade Kur'an merkezli - dinamik bir bakış açısı ve duruş olarak öne çıkan tasavvufi bir yaklaşım tarzıdır. Tasavvufu İslam'ın "Batın (iç)" kısmı ve derinliği olarak kabul ederler. Dinin Zahiri (dış) emir ve yasaklarını eksiksiz ve fazlasız dosdoğru yerine getirmekle birlikte "Kamil" insan olmak için her zaman ve her yerde Allah'ı zikretmek ve özellikle Allah'ın varlığı ve birliği ile ilgili itikadi konularda derin bilgi sahibi olmak gerektiğine inanırlar. Bu bilginin Kur'an- Kerim'de İlm-i Ledun olarak anıldığına işaret ederler. Onlara göre tasavvuf bu açıdan sonradan ortaya çıkmış bir felsefi ekol değil, İslam'ın özünde keşfedilmeyi bekleyen gizli bir hazinedir. Melamilik, tarikat ve cemaatlerden farklı olarak belli bir kişinin kurduğu ve o kişinin adıyla anılan bir grup değil, yaratılış amacının zirvesi olan kamil (olgun) insan ve kul olma niteliğidir.

Tasavvuf derslerini aldıkları öğretmenlerine "Mürşid" derler. Mürşid'lerinden keramet veya doğaüstü güçlere sahip olmasını beklemezler. Onlara göre Mürşid sadece kapıyı gösterir, geri kalan sorumluluk öğrenci(mürid)ye aittir. Allah'ın her kişiye yakın olduğunu ve kişiyle Hak arasına Mürşid de dahil kimsenin giremeyeceğini savunmuşlardır. Mürşid ne kadar bilgin ve erdemli olursa olsun, o da diğer insanlar gibi kuldur, ve kula ait niteliklerle anılması gerekir. Mürşid'lerinden ders ve sohbet şeklinde tahsil ettikleri ilim ve tavsiyelerinin ötesinde bir beklentiye sahip olmadan; Hidayet, Şefaat, Himmet, Tevbe gibi isteklerin yalnız Allah'a arz edilmesi gerektiğini savunurlar. Bu ilmin öğretmenleri de öğrencilerinden asla maddi bir karşılık talep etmemişlerdir. İlm-i Tevhid olarak anılan bu derslerin neticesinde "Fenafillah" (Allah'da yok olmak) ve "Bekabillah" (Allah'la var olmak)mertebelerine ermeyi amaçlarlar.

Melamilere göre, ilm-i tehvid veya ilm-i ledun ilk insandan (Hz. Adem) son Allah dostuna (Hatem'ul Evliya) kadar taşınacak en yüce emanettir. Bu yüzden bu ilmi talep edenlere karşı çok seçici davranırlar. Sayılarının artmasını değil, emaneti taşıyabilecek nitelikli insana ulaşmayı hedeflerler


Melamilik Tarihçe

Abdülbâki Gölpınarlı'nın ünlü monografisi "Melamilik ve Melamiler"deki tasnifiyle melamilik üç devre halinde incelenmiş olmasına rağmen yazar melamiliğin köklerinin çok daha eskilere kadar uzandığına işaret etmiştir. İlk devre melamiliği "Melâmetiye" unvanı ile bilinmektedir ve önemli tasavvuf tarihleri olan Risale-i Kuşeyri ve Keşf'ül Mahcub adlı eserlerde melamiliğin kurucusu Nişaburlu "Ebu Sâlih Hamdûn ibni Ahmed ibni Ammârül Kassâr" olarak gösterilmiştir. Ancak Gölpınarlı'nın da işaret ettiği gibi bazı deliller Melâmetilik Hamdûn Kassâr'dan da önce var olduğu ve diğer tarikatların da kabul ve medh ettiği bir hal olması çok daha muhtemeldir. Kassâr sadece döneminde Melâmiliği yaymış ve Nişabur Melâmilerinin temsilcisi olmuştur.

Molla Câmî'nin Nefahat'ül Üns adlı meşhur biyografik eserinde Kassâr'ın şöhretinin Irak'a kadar gittiği ve Sehl Tusteri ve Cüneyd-i Bağdadi gibi önemli sûfîlerin Kassâr'ı övdüklerini hatta "Eğer Ahmedi mürselden sonra peygamber gelecek olsaydı onlardan (Melâmetîlerden) olurdu" dedikleri kaydedilmektedir.

Melamilik son dönemde, özellikle Balkan'larda büyük rağbet görmüş ve Muhammed Nur önderliğinde son zamanların en parlak dönemini yaşamıştır. Hatta, Muhammed Nur'un sohbetlerinde bulunmuş birçok genç daha sonra Cumhuriyet'e kadar giden yolda yenilikçi fikirlerin savunucusu olmuştur. Muhammed Nur'un yazdığı eserler, bugün halen birçok melami tarafından okunmaktadır ve kendisine bu yüzden "Melamilerin Piri" denilmektedir.

Melamilik Gizlilikleri
Her kesim insanın aralarında yer aldığı melamiler, halkın arasında kendilerini gizlemeyi tercih ederler. Öyle ki, onlara çok yakın olanlar bile belki onların melami olduklarını bilmezler. Bu kimliklerini sadece kendilerine manen yakın gördükleri insanlara uygun gördükleri zamanda açarlar. Melâmiliğin ve farklı tarikatlar altında da olsa melami yaklaşıma sahip sûfilerin en önemli vasıfları dönemlerindeki sûfi kıyafet ve tavırlarını göstermeyip kendilerini halktan gizlemeleri hatta bu gizliliği daha da güçlendirmek için kimi zaman aleyhlerinde kötü sözlere yol açacak çeşitli davranışları alenen göstermeleri buna karşılık iyi niteliklerini sıkı bir şekilde gizlemeleridir. Unutulmaması gerekir ki modern dönemden önce sûfiler toplumda saygın bir yere sahip kişiler kabul edilir ve sûfi görünüm ve tavırlı kişilere halk ve yönetimin ileri gelenleri hürmet gösterirlerdi. İşte bu koşullar altında Melamiler kendileriyle Allah arasındaki ihlası (samimiyet) kaybetmemek ve şöhret gibi tasavvuf yolundaki sâlikin (Tasavvuf literatüründe manevi yolda olan demektir) önüne çıkabilecek bir engeli bertaraf etmek için kılık, kıyafet ve hatta belirli bir toplantı mekanı (dergah, tekke) ve topluluğu gibi dönemin tarikatlarının alametlerini göstermemeye çalışmışlar, halk içerisinde kendilerini gizlemiş, hallerini sadece kendileri gibi olanlarla paylaşmışlardır.

Melamilerin gizliliklerinin diğer ve belki öncekinden çok daha önemli bir sebebi de melamilerin vahdet-i vücud inanışını benimsemeleri ve vahdet-i vücudun hem anlaşılması güç metafiziği hem de İslam Hukukçularının (Fakih denir) bir kesimi tarafından dindışılıkla itham edilmesi ve dolayısıyla da bu iddiada bulunan kişilerin idamına hüküm verilmesidir. Ünlü sufi Hallac-ı Mansur, Bayrami-Melami şeyhlerinden İsmail Maşuki, Bosnalı Hamza Bali, Sütçü Beşir Ağa gibi kişilerin Vahdet-i Vücudu çağrıştıran ifadelerinin de dönemin yöneticileri ve ulema kesimi tarafından tepki görüp ölüm fetvasıyla cezalandırılmasının, Bünyamin Ayaşî, Hüsameddin Ankaravî gibi şeyhlerin hapse atılmasının sebebi de budur. Ulema ve yönetici kesimin bu tutumları vahdet-i vücut inanışında olan sufilerin (bu inanışı paylaşmayan sufiler de vardır çünkü) kendilerini çevrelerinden gizlemelerine yol açmıştır. Örneğin İdris Muhtefî bir bayrami-melami şeyhi olmasına rağmen Terzi Ali Efendi adı altında kendini gizleyerek kırk altı yıl şeyhlik yapmıştır

Hiç yorum yok: