Halvetiye tarikatının meşhur olan kollarından birisi Gülşeniye tarikatıdır. Bu isim İbrahim Gülşenî (K.S.) ye nisbet edildiği için verilmiştir. Halvetiye içerisinde kendine has terbiye sistemleri geliştirdiği için, tarikatının o devirde pir'i olmuş ve bundan dolayı kendisinden sonra o sisteme sahip çıkıp bağlı kalanlar onun adıyla anılmışlar, dolayısı ile tarikatta onun adını almıştır.
İbrahim Gülşeni (K.S.), kaynakların gösterdiğine göre Diyarbakır civarında dünyaya gelmiş ve asil bir Türk boyundandır. Doğum tarihleri 826 (1422) dir. Nesep silsilesi şöyledir:
İbrahim Gülşenî bir Mevlânâ eş Şeyh Muhammed bin Mevlânâ Hacı İbrahim bin Eş Şeyh Şihabüddin bin Aydoğmuş bin Gündoğmuş bin Kutlu doğmuş bin Oğuz Ata'dır. Mahlası ise "Heybeti"dir.
islam Ansiklopedisinin Gülşenî maddesinde genç ve kıymetli araştırmacı Kasım Kufralı'nın verdiği bilgiye göre İbrahim Gülşeni, amcası Şeyh Seyyid Ali'nin himayelerinde tahsil ile meşgul iken, bilisini artırmak gayesi ile, Maveraünnehir'e gitmeyi tasarlar.
(1), Bu niyyetle yola çıkarak Tebrize vasıl olur. Uzun Hasan'ın
(2) kazaskeri Mevlânâ Hasan çocuğun zekâ ve kabiliyetini görerek tahsil ve terbiyesini üzerine alır ve hayli ihtimam gösterir. O devirde okutulan İslâmî ilimleri mükemmel bir şekilde elde eden İbrahim'e, Mevlânâ Hasan'ın sevgi ve itimadının gittikçe artması üzerine, hükümdar Uzun Hasan'ın da ilgi gösterdiği anlaşılmaktadır.
O tarihlerde Halvetîlerin İkinci pir telakki ettikleri Ömer Rûşeni'(K.S.) nin şöhreti bütün Azerbaycan'a yayılmış bulunduğundan, Sultan Hasan'ın kardeşi İdris'in de intisaplı bulunduğu bu şeyh ile Mevlâ Hasan tanışmak ister. Hazreti Pir'i Tebrize davet için Sultan'ın İbrahim Gülşenî'yi seçmesi, onun olan sevgi, îtimad ve bağlılığının bariz delilidir.
Davet etmek için giden İbrahim Gülşenî, daha pir hazretlerini görür görmez, kendisinde bir değişiklik görür ve hatta hayatı altüst olur. Öyleki, tecrid ehli (herkesten uzak ve yalnız kalma adamı) olup, ziyaretinde bulunduğu Ömer Rûşenî (K.S.) nin manevî varlığında kendi varlığı ve benliğini kaybeder. Daha sonra pir hazretlerinden hilafet alıp irşad ile meşgul oldukları zaman bu hayat safhasına zaman zaman temas buyurmuşlardır.
Ömer Dede Rûşeni ile ilk görüşmeleri, iki büyük nehirin birbirine kavuşup karışması gibi bir şey olmuş, nihayet bir müddet yetiştirilten sonra Ömer Rûşeni (K.S.) yerini İbrahim Gülşenî (K.S.) ye bırakmışlardır.
İbrahim Gütşenî'nin şöhreti kısa bir zaman içerisinde İslâm âleminin her tarafına yayılmış, irşada susayan, hakikat ve marifetten nasibi bulunan kimseler gurup gurup ziyaretine gelerek kendisinden dua ve himmet almışlar, aldıkları duâ ve himmet ile kalplerini salâha, vicdanlarına huzura, imanlarını da kemâle erdirmişlerdir.
İbrahim Giusenî'nin bulunduğu devir ve bölge, oldukça karışık devir ve huzursuz bir mıntıka idi. Erdebil hanedanına mensup şiilerin ortaya çıkması üzerine, Bayındır beylerinin mücevherat ve mallarını zaviyesinde koruduğu iddia edilerek, kendisine zulüm ve işkence yapılması için hedef kabul edildi ise de, çevresinin duruma zamanın vakıf ve hakim olması dolayısı ile bu felâketten memleketini terk etmek suretiyle kurtulmuş oldu.
Gülşenî (K.S.) hazretleri gerçekten de bir sûnni şeyhi olduğu için şiler kendisi için iyi niyetli bulunmuyorlardı. Aslı olmayan bu iftira bunun için ortaya atılmıştı. Maamafih Şeyh hazretlerinin Tebrizi terketmesi de temin edilmiş ve düşmanları bir dereceye kadar emellerine muvaffak olmuş oldular.
Erdebil şîîlerinin hedefi, İbrahim Gülşenî (K.S.) nin hayatını ortadan kaldırmaktı. Onların bu menfur niyyet ve plânlarını anladıktan sonra Şeyh hazretleri Oğlu Ahmed Hayâli ile birlikte Diyarbakıra kaçtılar, orada şehrin hâkimi Âmir bey ile kardeşi Hayıtmaz beylerden çok saygı ve iltifat görmüşler fakat burada da fazla kalmayarak Alâüddevle'nin yanına, "Rûha"ya gitmişler, buradan da Kudüs yolu ile Mısır'a ulaşmışlardır.
Mısır halkı, İbrahim Gülşenî' (K.S.) nin Şeyh Timurtaş ile Şeyh Şahin (Cenabıhak her ikisinin de sırlarını takdis buyursun) gibi, iki meşhur halifesi vasıtasıyla daha önceden teneffüse alıştığı tasavvuf havasını, daha kudretle meydana getiren Gülşeni'ye büyük ilgi ve saygı göstermişlerdir. Gerçekten de Şeyh hazretleri bu iki halifesini Mısır'ın irşadı için daha önceleri göndermiş bulunuyordu.
Kazi-ül Kuzat Abdülber bin Şahna ile isimleri geçen iki halifesinin ve diğer bir çok muhibban'm kendisinden Mısıra yerleşmesini ısrarla rica etmeleri üzerine, İbrahim Gülşenî, (K.S.) hazretleri, Birkat'ül Hace mevkiindeki Kubbet'ül Mustafa'da yerleşmeye karar verdi. Oradaki çevresi de kısa bir zaman içerisinde büyük çapta bir irfan mektebi haline geldi.
Gülşenî (K.S.) hazretleri kudretli şahsiyetini burada da kısa zamanda ortaya koydu. Sultan Gurî'den bütün halk tabakalarına kadar geniş bir müntesipler dairesi etrafını sarmakta gecikmediler. Bilhassa hükümdarın hususî sûrette ilgi göstermesinden sonra «El Müdeyyediyye» mevkiinde yerleşti. Daha sonra burada bir zaviye açarak aynı yer Gülşenî dergâhı haline geldi.
Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferinde, açtığı dergâhda irşad hizmetleri ile meşgul bulunan Gülşenî (K.S.), Büyük Cihangir, Halife Sultan Yavuz Selimden büyük ilgi ve saygı görmüş, hatta sefer sırasında kendisine Hayli sipahi ve yeniçeri askeri intisab eylemişlerdir. Mısır'ın Osmanlılara geçip, Tuman bey'in mağlup olmasından ve ölmesinden sonra karısı Şeyh hazretlerinin oğlu Ahmed Hayâli ile evlenmiştir. Mısıra vali olarak bırakılan İbrahim paşa, orada kaldığı müddetçe Gülşenî (K.S.) nin bu hareketini hiç bir zaman hoş görememiş, Oradaki nüfuzunu bir türlü hazmedememiş, bunun içindir ki, durmadan şeyh hazretlerinin zayıf tarafını aramaya ve Padişah'a jurnal etmeye çalışmıştır.
Gülşenî (K.S.) nin oğlunun Tuman beyin karısı ile evlenmesini ve daha bir takım saçmalıkları ileri sürüp, Kanunî Sultan Süleyman'a nüfuz ederek şeyh hazretlerini Mısır'dan İstanbul'a çağırmışsa da, Devrin en büyük ilmiye ricali bulunan, Başta Şeyhülislâm İbni Kemal Paşa, Nişanci Celâl Sâde Mustafa bey, Fenârî Muhiddin efendi gibi zatların, gülşeninin yakın dostları olmaları dolayısı ile İbrahim Paşa'nın kurduğu tuzak Gülşenî hazretlerini yakalayıp kıstırmaya yetmemiştir.
Kanuni, Gülşenî (K.S.) hakkında paşanın ortaya attığı şeylerin hased ve kıskançlığa dayandığını anlamakta gecikmemiş ve kapıcı başı Rüstem ağa ile huzuruna kabul eylediği İbrahim Gülşenî (K.S.) ye son derece hürmet gösterip iltifatta bulunarak, o sırada 104 yaşında bulunan ve gözü tamamen kapanmış olan şeyhi, kehhabaşı'nın bakım ve ihtimamına emanet etti. Devrin göz doktorlarına, şeyh hazretlerinin gözünü tedavi etmeleri için ferman buyurdu. Bu tedavi sonunda Gülşeni hazretlerinin görmeye başladığı bildirilmektedir.
Gözlerinin açılmasından sonra bir müddet İstanbul'da kalan Gülşeni hazretleri, Çıkrıkçılar başındaki Atik İbrahim Paşa camiinde vaazlar vererek, bütün İstanbul halkının gönüllerini celb ve cezbetmiş, Padişahın ve devrin şeyhülislâmının kendisine iltifatta bulunmaları, gerek devlet ricalinden, gerekse ilmiyeden bir çok kimsenin kendisine intisap etmelerine sebep olmuştur.
Büyük bir irfan külliyesi halinde bıraktığı Mısır'daki tekkesi, İstanbul'dan ayrılmasını gerektirdi için daha fazla kalamadı, Sultan'ın da iznini alarak tekrar Mısır'a döndü:
Mısıra döndükten sonra, El Müeyyede'de tekrar zaviye inşası ile meşgul olan İbrahim Gülşenî (K.S.) "Mate Kutb'üz-zaman İbrahim" mısraının ebced hesabı ile delâlet eylediği 940 (1533) yılında 114 yaşında, Mısır'da Cemal âlemine teşrif etmişlerdir. Ay olarak vefatı, aynı yılın 9 Şevvalinde vuku bulmaktadır.
Kendisinden sonra yerine oğlu Şeyh Ahmed Hayâli postnişin olmuş ve irşad hizmetini devam ettirmiştir. Onun da vefatı Hicrî 977'dir. Hayatında kendilerine irşad hizmeti, gördürdüğü Hasan Zarifi, Sadık Ali ve Âşık Musa (Allah cümlesinin sırlarını mukaddes kılsın) gibi halifeleri ile kendine has olarak geliştirdiği yeni Halvetîlik mesleğini İslâm âleminin her tarafına yaymıştır. Bu halifelerinde Hasan Zarifi 984, Sadık Ali 961, Âşık Musa da 975 hicret yıllarında baka âlemine teşrif etmişlerdir.
Gülşenî hazretlerinin eserleri daha çok edebî ve tasavvufa âit eserler olup, bunlar içerisinden "Mânevi", Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (K.S.) nin Mesnevisinin bir benzeri gibidir. 40.000 (kırkbin) beyitten ibaret olan bu eser remel bahrinde bir mesnevi olup Gülşeniler arasında çok büyük bir şöhrete ulaşmıştır.
Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî, Dede Ömer Rûşenî ve İbrahim Gülşenî (Cenab-ı hak cümlesinin sırlarını mukaddes kılsın) arasında üçlü bir ruhî ve manevi bağlantının mevcûd olduğu kabul edildiği için «Manevî» ye Mesnevinin özü olarak bakılır. Gerçekten de Gülşeniler ile Mevleviler arasında sistem bakımından hayli benzerlikler vardır. Bu eser halen memleketimiz kütüphanelerinden Beyazıt "Umumi Kütüphanesi no: 3588, Ayasofya kütüphanesi no: 2080, Süleymaniye kütüphanesi Esat efendi no: 2908. Halet efendi no: 272, de kayıtlı bulunmaktadır.
Şeyh Lâ'li Mehmed Fenayi, Mânevimin bazı zor beyitlerinin şerh etmiştir. Aynı eser (Şerhi Manev-i Şerif, İstanbul 1289) olarak neşredilmiştir.
Eserlerinin ikincisi farsça bir dîvan'dır, Fatih kütüphanesi no; 3866, millet kütüphanesi, farsça eserler bölümü no; 418, de kayıtlıdır.
Üçüncü eseri, Arapça bir dîvandır. Şathiyyat kabilinden şiirler ile dolu olup, Ömer bin el Farız'ın Taiye'sine yazdığı bir benzetmedir. Gülşenî hazretleri bu şiirlerde (Halil) mahlasını kullanmıştır.
Dördüncü eseri türkçe bir divan olup, Üniversite kütüphanesi türkçe yazmalar bölümü no: 980 milleti kütüphanesi manzum eserler bölümü no: 379.
Beşinci eseri, Razname'dir. Remel bahrinde, Türkçe, Tasavvufla ilgili, mesnevi tarzında yazılmış bir eserdir. Millet kütüphanesi, manzum eserler kısmı no: 932,
Altıncı eseri, «Kenz'ül Cevahir» adında bir eserdir. Üniversite kütüphanesi, farsça yazmalar kısmı no: 1233'te kayıtlıdır.
Gülşeniyye tarikatı daha sonra iki ana kola ayrılmıştır. Bunlar da:
1 — Sezaiyye,
2 — Hâletiyye,
şematik olarak: Halvetiyye'den Rûşeniyye Tarikatı
Gülşeniyye
----------
Rûşeniyye'den Sezaiyye tarikatı Rûşeniyye'den Hâletiyye tarikatı
(1) Maveraünnehir, Hazar Denizinin doğusunda bulunan Orta Asya dediğimiz Semerkant, Taşkent, Yarkent, Buhara... gibi o devrin ilim merkezi bulunan yerin adıdır.
(2) Uzun Hasan, Sultan Fatih'in Doğudaki en büyük Rakibi olan ve Akkoyunlu hükümdarı bulunan zat'tır. Fatihle aralarında geçen Otlukbeli muharebesi meşhurdur.
Kaynak: Rahmi Serin, İslam Tasavvufunda Halvetilik ve Halvetiler, 1984 İstanbul, Sayfa: 93...97 Petek Yayınları
Pazar, Ekim 05, 2008
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder