Perşembe, Mayıs 08, 2008

HACI MUHARREM HİLMİ EFENDİ


Asri mezarlığın, giriş kapısına yüz metre mesafede medfundur. Türbesi altıgen plânlıdır. Üzeri kubbe ile kaplı bulunan bu türbeyi, Konyalı müritlerinin yaptırdığı söylenir. Çevre düzenlemesi oldukça güzel yapılmıştır. Giriş kısmında sacdan yapılan kemerli bir gölgelik vardır, iç kısmı Özenli bir şekilde dizayn edilmiş, türbe aydınlatması ise iki pencere ile sağlanmıştır. Sanduka kısmı süt beyazı bir taşla kaplana­rak, baş tarafına dikdörtgen şeklinde taş bir kitabe konulmuştur. Mu­harrem Hilmi Efendi'nin bu türbesi son yıllarda inşa edildi.



HACI MUHARREM HİLMİ EFENDİ KİMDİR?

Bu değerli zat, Elazığ'ın merkeze bağlı Sarılı Köyü'nde doğmuştur. Kendi notuna göre doğum tarihi 1878'dir. Vefat ettiği za­man aile çevresi onun 85-90 yaşlarında olduğunu söylemişlerdir. Bu ifadeler doğru ise, onun doğum tarihinin daha önce olması gerekir.



Aile lâkapları "SipahigiIIer"dir. Babası Köse Ahmet Kfendi'dir. Ailevi bazı nedenlerden dolayı Sanlı Köyü'nü terkederek önce "Sofular Köyü"ne, daha sonra "Gurbet Mezrası"na göç etmişlerdir. Kendisi bu sırada 8-10 yaşlarında idi. Bir gün arkadaşları ile koyun otlatırken öğrendiği sûreleri okuyup, dervişler gibi "Hû" çekiyorlardı. O sırada birden yanlarında bir ihtiyar belirir. Çocukları çevresine toplayarak ilerde her birinin ne olacağını söylemeye başlar.



Sıra Muharrem Hilmi Efendi'ye gelince; bu yaşlı zat onun okuyarak ilerleyeceğini söyler. Kendi adının da" Ahmet Zeyneddin" olduğunu be­lirttikten sonra kaybolur. Muharrem Hilmi Efendi kendi ifadesiyle ilk feyzini bu zattan almıştır. Bir gün Sofular Köyü'nde oturdukları sırada devrin büyük kadiri Şeyhi Hacı Ömer Hûdaî Baba bu köye gelir. Herkes gibi Muharrem Hilmi Efendide giderek bu zatın elini öper. O sıralarda 15-20 yaşları arasındadır. Muharrem Hilmi Efendi Ömer Hûdaî Baha'nın yanına gelerek: "Nereye gidiyorsunuz, ben sizi nerede ve nasıl bulurum?" deyince, Ömer Hûdaî Baba: "Benim bir çengelim vardır, onu senin kalbine takar, seni bana doğru çekerim." der. Bu olaydan bir süre sonra Muhar­rem Hilmi Efendi'nin gönlü Ömer Hûdaî Baha'yı arzular. Bu arzu her gün biraz daha fazlalaşınca, nihayet dayanamayıp bir gün erkenden kalkar ve Kövenk Köyü'ne doğru yola koyulur. Günlerden cumadır. Nasıl olsa Hûdaî Baba camiye gelecektir. Camiye doğru yaklaşırken Ömer Hûdaî Baha'nın evinin önünden geçer. O büyük veli o sırada kapının önünde durmakladır. Muharrem Hilmi Efendi'yi görünce: "Gel benim müridim gel... Gördün mü nasıl çengeli takıp seni buraya çektim." der. O gün Hûdaî Baha'ya intisab eder. Daha sonra sık sık Kövenk Köyü'ne giderek Ömer Hûdaî Baha'yı ziyaret eder. Muharrem Hilmi Efendi bu ziyaretlerinden sonra kendisinde bazı hâl değişikliklerinin olduğunu söyler. Onun şeyhine olan bu bağlılığı makamını da giderek yüceltir. Ondaki bu hızlı gelişme, kendisini Hoca Ömer Hûdaî Baha'nın sır kâtipliğine ka­dar yükseltir. Muharrem Hilmi Efendi bu durumu bir beyiti ile şöyle açıklar:



"HûdaîBaba es şahım, kasr-ı cennette bîr güldür



Muharrem sır r t kâtibi, ona demde bülbüldür."



O, Sofular Köyü'nden sonra bir kaç köy daha gezerek, 1905 yılında Harput'a yerleşir. Burada Hacı Abdullah Efendi'nin medre­sesine giderek ilim tahsiline başlar. Orada çeşitli dersler görür. Bu ara­da Kövenk'teki şeyhi ile olan bağını da hiç kesmez. Zahiri ve Batini ilimlerde âlim ve devrin büyük mutasavvıfı Beyzade Hazretleri de ona ders verir. Ünlü bir nakşi şeyhi olan Beyzade Hazretleri, Har-put'ta bir medresede müderrislik yapmaktadır. Muharrem Hilmi Efendi bir yandan zahiri ve batini bilgilerini artırmaya devam ederken, diğer yandan da bir camide müezzinlik yapar. Onun her ay maaşını muntaza­man Beyzade Hazretleri vermektedir. Gün gelir, Ömer Hûdaî Baba onun sülûkunu tamamlayarak üzerine kendi mühürü basılı bir icazetname verir. Diyanet işleri eski Başkanı Prof. Dr. Süleyman Ateş bu icazatnameyi bizzat kendisinin gördüğünü söylemektedir.



Muharrem Hilmi Efendi, devrin iki büyük mutasavvıfı olan Ka­diri Şeyhi Ömer Hûdaî Baba ve Nakşi Şeyhi Beyzade Hazretle-ri'nin tezgâhından geçerek şekillenir. Onun diğer bir yönü de edebiyata olan ilgisidir. Hayatı boyunca çok güzel şiirler yazmıştır. Tasavvufi nitelikteki bu şiirlerinde "sırrı" mahlasını kullanır. Bu mahlası niçin kullandığını kendisi şöyle izah eder: "Çocukluğumda kalbimde iki noktayı düşünmekte idim. Birincisi Hz. Peygamber'e o kadar muhab­betim vardı ki, ekseri geceleri rüyamda denizlerde yüzerek Hz. Peygam-bcr'in türbesinin saçaklarına kadar gider, göremeyip geri dönerdim. Bu hâl bir hayli müddet sürdü. Nihayet Türbe-i saadeti ziyaret etmem mümkün olmuştu.



ikincisi, Pir-i Geylâni'ye olan büyük muhabbetim dolayısıyla bir fırsat ve arkadaş arayıp, Bağdat'a gitmeyi arzu ettim. Bir gün köyden çıktım. Kalbim üzüntülü idi. Bu hâl içinde Elazığ'a geldim. Hııyük meydandaki kule önünde bir saraç dükkanının duvarına ellerimi arkamdan tutarak yaslanmış, Bağdat'a gitme düşüncesine dalmıştım. Bir zat elime "Atikurna kağıdı" üzerine gayet güzel yazılmış zarfsız bir yazı verdi. Bu bir manzume idi. Hayret âleminde olduğumdan bu kağıdı verene kim olduğunu sormadım. O da birşey de­medi. Manzume: "Muharrem Sırr-î Hûda" şeklinde başlıyordu. Veren de Bağdat'lı biri idi. Onu Pir-i Geylâni'nin ruhaniyeti ver­mişti bana. O andan itibaren şiirlerimde "sırrı" mahlasını kul­landım."



Muharrem Hilmi Efendi 1906 tarihinde Erzurum'a askerlik görevi için gider. Orada önce tabur kâtipliği yapar. Oldukça güzel yazısı ve dini bilgisi dolayısıyla paşanın dikkatini çeker. Açılan bir sınavı kazanarak tabur imamlığı görevine atanır. O, yeni bir görevle bu seferde Bitlis'e gider. Orada yörenin mutasavvıfı Abdu'l Gaffur Hoca ile dost olur. Orada Muhammed Kübrevi'ye de intisap ederek çile çıkarır. Ayrıca o, bu değerli zattan icazet alır. Muharrem Hilmi Efendi, 1912 yılında Elazığ'da depo taburunu kurmakla görevlendirildiğinden tekrar gelir. Burada bir süre kaldıktan sonra bu sefer de görevli olarak Yemen'e gider. Orada da Tabur imamlığı görevini sürdürür. Bu arada Arap çocuklarına Türkçe öğretmenliği de yapmak­tadır. O yıllarda Yemen'de meydana gelen kuraklık nedeni İle Yemen halkı yağmur duasına çıkarlar. Fakat bir damla yağmur yağmaz. Paşa, Muharrem Hilmi Efcndi'yi yanına çağırarak: "Bir de sen yağmur duası düzenle" der. Muharrem Hilmi Efendi paşadan bazı şartların oluşturul­masını isteyerek hazırlıklara başlar. Büyük bir kalabalığın katıldığı bu yağmur duasından önce Araplara, sonra Türklere ayn ayn nasihatlerde bulunur. Bu yağmur duasındaki konuşması ile herkesi etkilemeyi başarmıştır. O, dua esnasında öyle bir yalvardı ki, bir süre sonra bar­daktan boşanırcasına yağmur yağmaya, başladı. Bu olay Araplar üzerinde oldukça etki yaptı. Muharrem Hilmi Efendi'yi her gördüklerinde etrafındakilere: "Bu salih bir adamdır." diyorlardı.



Yemen'den sonra Hicaz bölgesine atanan Muharrem Hilmi Efen­di, Medine-i Münevvere'de bir buçuk yıl kaldı. Bu sırada görmeyi çok arzuladığı Peygamber Efendimizin mübarek türbesini ziyare etti. Şansı yaver gittiği için askeri kişiliğinden faydalanarak türbenin içine kadar girme saadetine kavuştu. Kendisi bu lütfü şöyle izah etmektedir:



"Hicaz bölgesine atanmadan önce yüce Peygambcr'e hasret dolu bir şiir yazmıştım. Bu şiirim şöyleydi:



Ey benim §em-î dilim ruh-î revanim Mustafa, Kime vardan ise bu derdime derman demedi, îd-î vuslata ne hacet, gayriye kurban içün, Muharrem sırr-î kulun ravzana yüz sürmek içün, Gelmişem kapına lütfeyle, sultanım Mustafa, Senden aldım bu derdi, kanı dermanım Mustafa Kâ'be'ye kurban gerekse i§te canım Mustafa Kıl şefa'al ki, gel $ems-î tabanım Mustafa bu şiirin hemen akabinde Yüce Mevlâ'nın izini ile Hicaz bölgesine atandım." diyor.



Onun Rabb'ine olan bağlılığı, yüce Peygambere olan sevgisi ve tasavvufi düşüncesi, her ar/usunda yüce Allah'ın ona yardımcı ol­masına vesile olmuştur. Görünmez bir güç sanki onun elinden tutarak her işinde yardımcı olur. O, büyük bir aşkla olmasını istediği iki arzusuna da ulaşmıştır. Muharrem Hilmi Efendi Hicaz bölgesinden sonra tekrar Erzurum'a döner. 1925-1926 tarihine kadar Erzurum'da kalarak tabur imamlığından emekli olur ve Elazığ'a döner.



28 Şubat 1928 tarihli kendi el yazısı ile yazılmış bir dilekçesinde, bize emeklilikten sonraki hayatı hakkında bazı bilgiler vermektedir. Muharrem Hilmi Efendi bu dilekçede: "Elazığ Merkez Hastanesi Baş He­kimliğine baş vurarak emeklilikten sonra iş istemiştir. Harf inkılâbından sonra Latince el yazısı ile yazdığı bu dilekçesine bakılırsa, onun oldukça güzel bir yazısı olduğu görülür. O, 27 sene askeriyede tabur imamlığı yaptığını, bu süre içerisinde ailesinin vefat ettiğini, oğlunun Elazığ'da ortaokul tahsiline devam ettiğini, kendisi­nin Erzurum'da olması sebebi ile bizzat çocuğuyla ilgilenebilmek için emekli olmak zorunda kaldığını, emekli maaşının geçinmesine kafi gelmemesi sebebi ile Elazığ Merkez Hastanesi Tabur imamlığına ta­yininin yapılmasını istemektedir. Elazığ Merkez Hastanesine verdiği bu dilekçeden sonra ona tekrar görev verilmemesi üzerine evinden fazla dışarı çıkmayarak kendisini devamlı okumaya ve yazmaya verdiğini görürüz. Onun ilim ve feyzinden çok kimseler istifade etmişlerlerdir. Bunlardan birisi de Merkez Tadım Köyü doğumlu olan Diyanet işleri eski Başkanlarından Prof. Dr. Süleyman Ateş'tir. Oldukça zengin bir kitaplığa sahip bulunan Muharrem Hilmi Efendi, tasavvufa, fera-ize, vaaza dair eserler yazmıştır. Onun en önemli eserleri Mev'iza-i Hiımiyye, Divan-ı Hüdâyi, Menazilu's Sâlikin, Maka-mat-i Ezkâr-i îlahiyye Li Salikit Tarikatil Kadiriye, He-diyyetu'z Zakirin ve bunların dışında Nakşi Tarikatı'na dair bazı ri­saleleri vardır.



O, önce kendi köyünde Naciye Hanımla evlenmiş, bu hanımından bebek yaşta ölen oğluyla birlikte iki oğlu olmuştur. Daha sonra hanımı ölünce merhum Ömer Nasuhi Bilmen'in akrabası olan Hacı Nuriye Hanımla evlenerek ikinci evliliğini yapmışıtır.



Muharrem Hilmi Efendi Nakşi usulüyle ders verirdi. Elazığ'da il­miyle tanındı. Birçok imamlar ve vaizler onun Arabi ilminden ve ferai-zinden istifade etmişlerdir. Kendisinin belirttiğine göre üç zata icazet vermiştir. Bunlardan birisi Karadeniz tarafından bir zat olup, ikincisi yine Karadenizli fakat Erzurum'da kalan Ali Rıza Pirimoğlu'dur. Bu zat da bir çok kişiyi irşad ettikten sonra 1951 yılında vefat etmiştir. Prof. Dr. Süleyman Ateş'ede bir icazetname bırakmış, bu icazet­nameyi parmağı ile mühürleyerek vermiştir.



Hacı Muharrem Hilmi Efendi'nin şiirlerinden bazı örnekler:



"Hak yoğurmuş aşk ile bu can-u bünyadtm benim Ta ezelden saf kılmış din-ü îmanım benim.



Bülbülân-ı aşk içinde bi-zebân zikreylerim La mekân şehrinde tutar bi-ni şanım benim.



Afi îâb-ı aşk doğunca kalbimi rûşen kılar Zevk olur her neş'esinden ilm-ü irfanım benim.



Katresi cihan değer, bir aşka duçar olmuşum Zevk olur içtikçe her an cism ile canım benim,



Alem-i lâhût pirinin sakisi oldum ben bugün Aşk şarabını sunar bir ke's-i Rab'banım benim. Sim der etmez aram hiç gayrı şeyden murğ-i can Nur-i Hak'tan feyz a/ur çün kaib-i hazanım benim.



'Aşkın sahrasıdır yerlerimiz Nurdan külah giyer pirlerimiz Seyran içün semavata çıkup, Görür Arşu Allah gözlerimiz,


Hûcan Allah Allah, hû can Allah Canlar sana suna kurban Allah.


Bir demde bu cihanı gezeriz Kimde aşk ateşi var sezeriz Kalplere girer cevlân ederiz Kudrettir bu bizim sırlarımız.


Hûcan Allah Allah, hû can Allah Canlar sana suna kurban Allah.


Canı canana teslim ederiz Huzurullah'a varup gideriz Cemali Hazret'i seyrederiz Hakkı zikreder bu dillerimiz.


Hûcan Allah Allah, hû can Allah Canlar sana suna kurban Allah.


Dideden akan yaş umman olur Açulur kalp gözü seyran olur Gönüller bu hale hayran olur Aşk-t Hak'tır bizim yollarımız.



Hûcan Allah Allah, hû can Allah Canlar sana suna kurban Allah.



Sırrı aşkın İle sekrar olur Zikreder mazhar-i gufran olur Nazar-i didar-i Rahman olur Nisbei kokusudur Rahman olur.



Hûcan Allah Allah, hû can Allah Canlar sana suna kurban Allah.


Atem-t dilde acep kâşhânemiz vardır bizim. Can atar şem-i dile pervanemiz vardır bizim.


Vakt-i seherde açılur aşık-ı sadıklara Bade dolu aşk ile meyhanemiz vardır bizim.


Şeb olunca çekilürüz kuşe-i inzivaya


î'î diidar için gamhanemiz vardur bizim.


Rind-rneşrep dü cihanı terk eden abdal gibi Iklim-i dili gezen divanemiz vardur bizim.


Alem-l kalbe sefer et Sırrî'ya gör hikmeti Sun-r Hak'la bir imarethanemiz vardur bizim.


Geldi geçti ömrüm benim Sol yel esip geçmiş gibi Hele bana şöyle geldi Bir göz yumup açmış gibi


Üş bu söze Hak tanıktır Bu can gövdeye konuktur Bir gün ola çıka gide Kafesten kuş uçmuş gibi


Bir hastaya vardın ise Bir içim su verdin ise Yarın anda karşı gele Hak şarabın İçmiş gibi


Bir miskin gördün ise Bir eskice verdin ise Yarın anda karşı gele Hülle donun biçmiş gibi


Yunus Emre bu dünyada iki kişi kalır derler Meğer Hızır llyas ola Ab-ı hayat içmiş gibi



Yunus Emre

Hiç yorum yok: