Perşembe, Nisan 03, 2008

MÜDERRİS HÜSEYİN EFENDİ


Mezarı Kemaliye (Eğin) dedir. Etrafı yeşilliklerle çevrili Kemaliye mezarlığının yukarı kısmında medfundur. Taş sanduka şeklindeki mezarın baş şahidesinde kısa bir kitabesi vardır. Bu kitabede; "Ağın müderrisi ve Kemaliye Müftüsü Hüseyin Hüsnü Efendi'nin ruhuna fatiha- 1935" ibaresi yazılıdır. Ayrıca mezarın baş şahidesi bir din âlimi olduğunu gösterir şekilde yapılmıştır. Sandukanın üst kısmı açıktır.
MÜDERRİS HÜSEYİN EFENDİ KiMDiR?
Elazığ'ın Ağın ilçesi doğumlu olan Müderris Hüseyin Efendi, 1858 yılında dünyaya gelmiştir. Babası "Büyük Hoca" namı ile tanınan Hüseyin Efendidir. Annesi ise Ayşe Hanımdır. Ailesi Ağın'ın ileri gelen eşraflarından biridir. Lâkaplarına "Hocagil" denir. Ağın'ın merkezinden olan Müderris Hüseyin Efendi, bugün kendi adının veril­diği, "Müderris Hüseyin Efendi Mahallesi" doğumludur. Esas adı Hüseyin Hüsnü'dür. Babasının da hoca olması nedeni ile bir­birlerinden ayırmak için babasına "Büyük Hoca" denmiştir. Babası Hüseyin Hoca, okumaya düşkün biriydi. Bu sebeple sekiz yaşına kadar oğlu Hüseyin Efendi'ye ilk eğitimini kendisi vermiştir. Sekiz yaşından sonra oğlunu ilim ve irfanını artırmak için Harput'a yol­lamış, Harput'un tanınmış medreselerinden biri olan Kâmil Paşa Medresesi'ne kaydederek tahsiline burada devam ettirmiştir. Kâmil Paşa Medresesi'nde devrin büyük âlimlerinden bîri sayılan Hacı Abdul-hamit Haindi Efendi müderris idi. Onun babası Ömer Naimi Efendi de âlim bir zattı, işte böyle sağlam ve bilgili hocaların eline düşen Müderris Hüseyin Efendi, köklü bir eğitim almaya başladı. Medresedeki tek arkadaşı ise hocası Abdulhamıt Efendi'in oğlu olan Kemâl Efendi'dir. ilerde Harput'un sayılı âlimleridne biri olacak olan Kemâl Efendi (Kemâlettin Efendi), ilim ve takva yönünden Harput'ta az yetişen âlimlerden birisidir. Bu zat daha sonra Harput'a müftü olunca, "Müftü Kemâlettin Efendi" diye anılmıştır. Harput'ta bunlara "Efendigiller" sülalesi denir. Abdülhamit Hamdi Efendi Ağın'dan gelen Hüseyin Efendi'yi çok beğenmiş, ondaki zekâya hayran kalmıştır. Küçük yaşta medreseye gelen Hüseyin Efendi'ye gerekli sevgi ve ilgiyi göstererek Ağın'ı Özletmemiştir. Tam beş yıl Abdülhamit Hamdi Efendi gibi değerli bir hocadan dersler alır. Medreseyi bitirince hocasının gördüğü lüzum üzerine daha büyük bir ilim merkezi olan istanbul'a gider. O, artık tahsilinin kalan bölümünü istanbul'da tamamlayacaktır. Buraya geldiğinde ona Beyazıt medresele­rini tavsiye ederler. Bunun üzerine Beyazıt medreselerinden birine kaydını yaptırır. Harput'tan sağlam bir temelle geldiği için, Müderris Hüseyin Efendi burada kısa zamanda kendisini gösterir. Biz istanbul'da ki hocalarının isimlerini öğrenmedik. Fakat o devrin sayılı bocalan olduğundan şüphe yoktur. Çünkü Müderris Hüseyin Efendi buradaki okulunda da başarılı olmuş, kısa zamanda istanbul gibi bir yerde tahsi­lini ikmâl ederek "Devriye Müderrisliği" görevine getirilmiştir. Onun istanbul'daki yükselişi hızlı bir şekilde devam eder. Bir süre son­ra Ayasofya gibi büyük ve merkezi bir camiye vaiz olarak atanır. O, kürsüsünde yaptığı konuşmalarla istanbulluların dikkatini çeker. Vaazım dinlemek için diğer camilerin cemaati yavaş yavaş Ayasofya'ya kayarlar. Hüseyin Efendi burada edindiği büyük bir bilgi birikimiyle vaazlarını sürdürür. Nitekim halkın ona gösterdiği sevgi ve ilgi padişah sarayına kadar ulaşır. Bir cuma günü: "Bir hükümdarın ta-baası altındaki insanlara adil muamelesi" konusunda bir vaaz hazırlar. Kürsüden konuşmasına başlayacağı sırada Sultan Abdülhamit'in camiye girdiğini görür. Bu durumu gelin bizzat Müderris Hüseyin Efendi'nin kendi ifadesinden dinleyelim: "Mevzuya kendimi örnekleriyle hazırlamıştım. Birden Sultan Abdulhanıit'i karşımda buldum. Heyecanlanmış, ne konuşacağımı şaşırmıştım. Zira bir tarafta hükümdarların maiyetine adil davranmaları, diğer tarafta ise Padişah Abdülhamit duruyordu. Onu tahrik edici ufak bir hata benim için kötü şeyler getirebilirdi. Heyecanımın had safhasında rahmetli babamın bir sözü birden bire şimşek gibi kafamda çaktı: "Oğlum herhangi bir topluluğa hitap ettiğin zaman bu toplu­luğun insanlarını mezar taşı olarak kabul edeceksin" demişti. Heyecanım bir anda zail oldu. Hiçbir şeyden çekinmeden ko­nuya girdim. Ve gayet rahat mevzuyu bitirdim."
Onun vaazlarını istanbul'un uleması ve seçkin kişileri de her cuma gelir dinlerlerdi. Hitabeti oldukça iyiydi. Elazığlılar'ın da akın akın geldikleri bu cami dolardı.
Bir gün bir saray arabası Müderris Hüseyin Efendİ'yi alıp götürdü. Bu götürülüşten dolayı hemşehrileri korktular. Fakat o, bir süre sonra tekrar kürsüye çıkınca üzüntüleri sevince dönüştü. Namaz sonrası çevresini alarak götürülme sebebini kendisinden dinlediler. Onu padişahın en yakın adamı olan Hacı Ali Paşa çağırtmıştı. Belirtildiğine göre bu çağırılma işini bizzat Sultan Abdulhamit em­retmiştir. Hüseyin Efendi'den saray erkânına bir kaç gün vaaz ve nasi­hat etmesini istemişlerdir. Bu arada padişahın en yakını olan Hacı Ali Paşa ona bir dileği varsa yerine getireceğini söyler. Bu teklif karşısında Müderris Hüseyin Efendi durumu bir de Ağındaki babasına bildirmek ister.'O, bugüne kadar baba sözünden hiç çıkmamıştır. Sa­raydan ayrıldıktan sonra aradan günler geçer. Bir gün Ağın'daki babası Büyük Hoca Efendi'den kendisine bir mektup gelir. Büyük Hoca Efendi mektubunda: "Oğlum, şeyhül islâm dahi olsan gözümde yok. Memleketine dön, biraz da memleketine hizmet et." diyerek onu Ağın'a çağırmaktadır. Müderris Hüseyin Efendi bu mektubu alır almaz doğru Hacı Ali Paşa'nın yanına koşar, ona babasından gelen mektubu okur. Hacı Ali Paşa şaşırır, çünkü böyle bir fırsatı herkes değerlendirmek İster. Hüseyin Efendi Ali Paşa'ya: "Bana bir iyilik yapacaksanız babamın da ar­zusuna uyacak mahiyette olsun. Sizden bunu istirham ederim." deyince, AH Paşa: "iyi ama, nasıl bir şey ol­masını istiyorsunuz?" der. Müderris Hüseyin Efendi konuşmalarım önceden tasarlamış olacak ki: "Ağın'da bir medrese yaptırırsanız, ben de vücudumu vakfetmek suretiyle hiz­met ederim." diye karşılık verir. Hacı Ali Paşa, Hüseyin Efendi'nin bu arzusunu yerine getirmek üzere kafi miktarda parayı vererek onu 1880 yahut 1881 yılında Ağın'a yollar. Hüseyin Efendi medrese­nin yapımına başladığı sıra Ağın halkı da ona yardımcı olurlar. Kısa zamanda iki katlı olarak yapılan medresenin plân ve projesini Müderris Hüseyin Efendi bizzat kendisi hazırlamıştır. Hüseyin Efendi buranın fahri müderrisi olur. Daha sonra Ali Paşa'ya yazdığı bir mektupta inşaattan bir miklar paranın arttığını, istemeleri halinde artan bu par­anın iade edileceğini, yahut bir miktar daha yollandığı taktirde Ağın Kasabası'nın lüzumlu olan bazı işlerinin yapılabileceğini bildirir. Bu mektup üzerine istanbul'dan bir miktar daha para gelir. Hüseyin Efendi gelen bu parayla birlikte artan parayı Aşağı Cami ve Koçan Camisi'nin yapımı ile cami çevresindeki han ve dükkanların yapımında kul­lanır. Böylece bu iki cami ve medresenin masraflarına karşılık bir gelir kaynağı sağlanmış olur. özellikle istanbul'da kendisine büyük ilgi gösteren, medrese ve camilerin yapım masraflarım saray bütçesinden karşılayan Hacı Ali Paşa'ya duyduğu minnet borcunu, o medreseye onun adını vererek ödemeye çalışmıştır.
Hüseyin Efendi Ağın gibi o zamanın küçücük bir kasabasına böyle bir medreseyi kazandırdığı için mutludur. Medresenin bahçesine su getirerek şadırvan yaptırır. Ayrıca bahçesini ağaçlandırmaya çalışır. Özel yapılmış mermer üzerine altın yaldızla yazılmış medrese kitabesi­ni o günün imkânları ile istanbul'dan getirterek medresenin giriş kapısına astırır. Şairliği de bulunan Müderris Hüseyin Efendi, kitabe­deki metni bizzat kendisi yazmıştır. Metin aynen şöyledir:
"Yaptı sultan-ı zaman bendesi bu medreseyiKurenadan Ali Bey, zat-i mekârım meşrapAli Bey Medresesi namıyla yad olunurMaden-i marifet ve mekteb-i irfanı adepÇıktı bir dane bu meydan-ı sehavette binaBunda tahsil olunur cümle ilim say ile hep."1308-(1882)
Müderris Hüseyin Efendi 1910 yılına kadar hiç bir ücret alma­dan bu medresede çalışmıştır. 1910 yılında İlim sahibi olmak hakkını kazananlara ayrılan paradan önce 100 kuruş, 1918 yılında ise 200 kuruş gibi sembolik bir maaş almaya başlar. Kendisini vakfettiği bu medresede cumhuriyete kadar binlerce insan yetiştirir. O, Ağın Kasabası'nda çok değerli hocalarla birlikte çalıştı. Ağın insanlarının oku­maya olan düşkünlüklerinde Müderris Hüseyin Efendi'nin büyük payı vardır. Ağınlının okuyup aydınlanması için medresesine binlerce kitap topladı. Bu kitapların büyük bir kısmı bugün Ankara ilahiyat Fakültesi Kütüphanesine bağışlanmıştır. 1926 yılında medreselerin lağvı üzerine bu bina ilkokul olarak Ağın halkına uzun bir süre daha hizmete devam etti. 1960'da ilkokul binası başka bir yerde yapılınca, Müderris Hüseyin Efendi'nin büyük oğlu olan Anayasa Mahkemesi üyesi Şeref Hocaoğlu bu eski medrese binasını yıktırarak yerine kendi İmkânları ile El Sanatları Eğitim Merkezi binasını yaptırdı. Bugün bu bina Fırat Üniversitesi'ne bağlı bir yüksek okul için hazırlanmaktadır. Bu değerli din âlimi Arapça ve Farsça'nın yanında Rumca'yı da bilmekteydi. Özellikle Yunan medeniyetini iyi okumuştu, ilim adam­ları, mutasavvıflar sık sık onu ziyarete gelirlerdi. Belli ki, Müderris Hüseyin Efendi'nin ilminden ve sohbetlerinden büyük zevk alıyorlardı. Osmanlı sadrazamlarından meşhur Sait Paşa Elazığ'da vali iken, Müderris Hüseyin Efendi'yi ziyaret etmek amacıyla 2 Nisan 1913 yılında Ağm'a teşrif ettiler. Onun buradaki kitaplığını görünce hayran kalarak ona büyük iltifatlarda bulundular. Elazığ Valiliği yapan, sonra istanbul'da Darülfünun (istanbul Üniversitesi) hocalığına geçen Ali Avni Bey'le ömürlerinin sonuna kadar görüştüler. Bunlardan başka eski mebuslardan Sabit Sağıroglu, Kemâl Gedeleç onunla ilişkilerini kesmemişlerdir. Harput meşayıhların dan büyük Nakşi Şeyhi imam Efendi ile tanışmaları ise oldukça ilginçtir: Bir gün imam Efendi Ağın'a gelir. Onun Ağın'da çok sayıda müridi vardır. Bunlardan birisi de Ilasip Bey'dir. imam Efendi o akşam Hasip Bey'in evinde yemeğe kalacaktır. Hasip Bey, birini yollayarak Müderris Hüseyin Efendi'yi de yemeğe çağırır. Zaten Öteden beri gerek Müderris Hüseyin Efendi, gerekse İmam Efendi birbirleri­ni görmek istemektedirler. Müderris Hüseyin Efendi bunu fırsat bilerek kalkıp gelir, imam Efendi o akşam Müderris Hüseyin Efendi'ye ilti­fatlarda bulunur. Yemekte yan yana otururlar. Müderris Hüseyin Efendi büyük bir âlim olduğu için imam Efendi'nin bilgisini ölçmek ister. Sohbet ederlerken imam Efendi'ye gittikçe ağırlaşan sorular sorar. Tamamım cevaplandıran imam Efendi, bundan hiç alınmaz. O, Müderris Hüseyin Efendi'nin âlim bir zat olduğunu zaten bilmektedir. Kendisinin Hüseyin Efendi'ye verebileceği fazla bir şeyi yoktur. Orada ikisi arasında bir muhabbet başlar. Artık Müderris Hüseyin Efendi de onun veli bir zat olduğunu anlamıştır. O akşam oracıkta imam Efen­di'ye intisab eder. Aynı gece imam Efendi onu sülûka sokar. Sülûka girdiği odada Hüseyin Efendi bakar ki, Peygamber Efendimiz karşısında oturmaktadır. Bir anda kendinden geçerek: "Göster cema­lin aşıka" diye bir gazel okumaya başlar, imam Efendi odaya gir­diği zaman Müderris Hüseyin Efendi titremektedir. Ona: "Ya Ho­cam." der, "Biz kaç senedir O'nun huzurundayız." imam Efendi, Ağın'dan Kamaliye'ye geçerken her seferinde Müderris Hüseyin Efendi'yi yanına alırdı. Kafile onların biraz arka­larından giderdi. Bazı kaynaklar imam Efendi'nin Müderris Hüseyin Efendi'ye icazet verdiğim de söylerler. Müderris Hüseyin Efendi'nin yaptırdığı Ali Paşa Medresesi Cumhuriyetten sonra ilkokula çevrilince o bir müddet aşağı camide ho­calık yaptı. Daha sonra Kemaliye Müftülüğü'ne atandı. Orada Şemsettin Günaltay gibi değerli insanlar ondan yararlandılar. 1935 yılında Kemaliye'deki müftülük görevi esnasında bir kalp krizi sonucu Hakkın rahmetine kavuştu. Kemâliydiler onu çok sevdikleri için ce­nazesini vermediler. Bu gün hayatı bir roman kadar uzun olan Müderris Hüseyin Efendi, Kemaliye'deki kabrinde yatmaktadır. Müderris Hüseyin Efendi'nin babası Büyük Hoca, imam Efendi ile daha önce tanışmıştı, imam Efendi'nin Büyük Hoca'ya karşı muhabbeti vardı. Bir gün onun ölüm haberini alınca çük üzüldü

Hiç yorum yok: