Es’ad-ı Erbîlî (k.s)’nin Erbil’deki süt biraderleri meczup Mahmut, Kur’an okunurken ümmi olduğu halde, yanlışokunsa, “Hayır olmadı.” dermiş. Meğer bu zat Levh-i Mahfuz’u görür,Kur’an-ı Kerim yanlış telaffuz edildiğinde ilâhî nûr kaybolduğu için,bu şekilde yanlış okunduğunun farkına varırmış.
Şemseddin Efendi’nin damadı sara hastalığına yakalanır. Doktorlarçâre bulamazlar. “Ah! Sümbül Efendi olsa idi, hasta iyi olurdu.”dedikten sonra, Şeyh Taha Hazretleri’ne müracaat ederler. O da, “Allah’ınsümbülü bir tane değildir. Her zaman Mevlâ’nın bahçesinde sümbülbulunur. Ayağını kesmeyin, biiznillah iyi olur.” der ve hasta sıhhata kavuşur.
Şeyh Taha Hazretleri, “Keşfi olan sâlik ile, keşfi olmayan sâlikinhâli âmâ ile gözü açık kimsenin hacca gitmesi gitmesi gibidir. Gözü açıkolan her tarafa meyil ederken âmâ sadece Kâbe-i Muazzama’yı ve Ravzâ-ı Mutahhara’yı kasteder. Keşfi (kalp gözü) açık sâliktense keşfi kapalıolan sâlik daha çok yol alır.” buyurur.
Şahı Nakşibend (k.s) zamanında sâlike, “Kaç yaşındasın?”dediklerinde, tarikat-ı âliyeye intisab edeli kaç yıl olmuşsa o yıllarıyaş olarak kabul ederlermiş. Bir sâlik başlangıç halinde çocuk hükmündedir.Kalbindeki istidat nisbetinde zikre devam der.
Tarikat-ıÂliyye’de feyiz ve terakki iki esasa bağlıdır.
1)Rabıta-i Şerifle, yani Mürşidin teveccüh, nazar ve himmetini kazanmakla.
2)Sünnet-i Seniyyeye riayet etmekle.
İhvanarasındaki sevgi nereden geliyor denirse, hiç şüphesiz, Şems-i Hakikat, Nûr-iNübüvvet (s.a.v)’den geliyor. Her muhabbet ki, Allah için olmazsa nihayetidüşmanlıktır.
Esad Erbili (k.s) buyurdular: “İhvanla Erbil’den bir köye gittik. Etraftan akınakın ihvanlar geliyordu. Üç ay kaldık. Bir genç geldi. Ona, “Tarikatınvar mı?” dedim. O da, “Ben bir tarikata girmem. Zira bir kıza talip oldum.Bana vermediler. Muhtar ben askere gidince, o kızı kendi oğluna nikahlamış.Şimdi onlardan birini öldürüp, intikamımı almadıkça, girmem.” dedi.
Benabdest için kalktım. Bir de ne göreyim. O genç bir ağaç dalına binip biroraya bir buraya gidiyor. Sufi Ömer’e “Buna ne oldu dedim?” O da,“Meczup oldu.” dedi. Meğer Şeyh Şemsettin gence teveccüh edince, o dameczup olmuş, Bu genç sert bir tavırla bana ders ver diye yanıma geldi.Senin Şeyhin Şemseddin Efendi deyince, “Hayır. Ben kimin Şeyh olduğunubiliyorum.” dedi. “Hani adam öldürecektin?” deyince, “O hâl geçti.”dedi. Gördüm ki Tarikat-ı Âliyye insandaki mezmum (çirkin) ahlâkıbiiznillah anında gideriyor.”
Mösyö Karl Vett’in Esad-ı Erbili ile Buluşması
Şimdi Hristiyanlık Allah’ı ve Rasulünü tasdik ediyor, yalnız, onlarınpeygamberi başka bizimki başka diyorlar. Geçenlerde tekkeye bir Danimarkalıgeldi. İngiliz, Alman vesair milletlerden birçok azası olan bir cemiyet teşekkülettirmişler. O cemiyetin başkanı olan Danimarkalıya sen git devri âlem et,hak olduğuna kanaat getirdiğin bir dini bize haber ver demişler. O da İstanbul’daMahmut Muhtar Paşa ile Sümbül Efendi’nin merkadine gider. Orada murâkabehalinde iken bir zatı görür. Paşaya gördüğünü anlatınca o daDanimarkalıyı bize getirir. Bir tercüman vasıtası ile teveccüh etmemiziistedi. Çok memnun olduk. Kabul buyurulursa tekkede on onbeş gün kalmakistediğini, yemek ve yatağını dışarıdan temin edeceğini söyledi. Biz dekabul ederiz, fakat burada bulunduğun müddetçe tekkenin çorbasını içer,yatağında yatar ve ihtiyacın olursa buradan temin edersin dedik. Kabul ettik.Onüç gün kadar kaldı. O da kanaat getirdi ki Cenâb-ı Allah bir, RasulüMuhammed Mustafa (s.a.v) da haktır. Sonra dedi ki: “Danimarka’da nüfuzsahibi bir arkadaşım daha var. Onu da göndereceğim. Kabuledin o da sizinle görüşsün, iki şahit oluruz.” dedi. Buradan ayrıldı.Tekkeler kapandı. O adam bir daha gelmedi. Ben böyle karşılıksızyemek, içmek ve vesaire hiçbir yerde, hiçbir millettte görmedim. Bu yalnızburaya mahsustur. Hem o günlerde tekkeye ihvanlardan pek muhterem simâlargeliyordu. Resimlerini aldı. İyi bir imanla döndü. Bize çok rica etti. Birsefer etseniz bizim oralara dedi. Esad Efendi (k.s) bunu söylerken hem gülüyorhem de bizi güldürüyor. “Ben nasıl küfüristana gideyim.” buyurdularDanimarkalıya, “Siz gençsiniz. Burada ne görmüşseniz gidip oralarda anlatın.”dedi. Ayrılacağı zaman tercüman vasıtasıyla bir deste banknot gönderdi.Teşekkür ederek geri iâde ettik. Tekkede olan sarfiyatı görür, “EfendiHazretleri bu masraflar hep sizden mi çıkıyor?” derdi. Bizden evet cevabıalınca hayretler içinde kalırdı. Bilâhare o adam Mısır ve Hindistan’agitti. Oralarda dini tetkikatta bulunmak, ulemalar ve alimlerle görüşmekistiyordu.
İtikatsızfarmasonlardan biri “Allah Kur’an-ı Kerim’inde bana dua edin ben de kabulbuyurayım.” diyor. “Halbuki biz dua ediyoruz, duamız kabul olmuyor.”dedi. “Duanın kabülünün şartları vardır. Bir de duanın kabul olmamasıo kimse hakkında hayırlı da olabilir.” diye cevap ettim.
Farmasonlardanbiri de “Tekkede yalan, hırsızlık vesâir fenalık Müslümanlardan başkasındagörülmüyor.” dedi. Kusuru dinde ve Müslümanlıkta göstermeyeçalıştı. Ona dedim ki, “Dinimizin büyüklüğüne bu açık bir delildir.Başka dinler batıl olduğu için şeytan onlarla meşgûl olmuyor. Çünkü boşeve hırsız girmez.”
Salı, Nisan 01, 2008
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder