Pazartesi, Mart 24, 2008

FAHREDDİN BÜYÜKYILDIZ HOCA EFENDİ




Efsane adam. Çok uzaklardan gelerek az zamanda çok işler başarıp dönmek için hızlı yürüyen adam. Bir heyecan içerisinde. Onu Nurun elektriği çarpmış. Ömrünü, gayesi uğruna geçiren nadir insanlardan biri.
İnce yapılı, uzun boylu, esmer tenli. Bir eliyle bastonunu tutan, diğer eliyle siyah (belki şimdi beyaz) sakalını sıvazlayan garip bir şahsiyet. Yemek yemeyen bir zat. Gittiği her yerde, sofranın hatırı için birkaç lokmadan fazlasını almayan kişi.
Çevresinde hüsnükabul gören ilmiyle amil bir hoca efendi. İmam ve müezzin arkadaşlarıyla çok iyi geçinir. Onların aleyhinde bulunmaz, onlarla gereksiz tartışmalara girmez. Bilhassa genç köy imamlarıyla irtibat kurar, onların görev yerlerine uğrar. Onlar ilçeye gelince onlara iltifat eder, onları misafir eder, onların gönüllerini hoşnut eder. Bu vesile ile Risale-i Nur okunur ve Risale-i Nur’un alanı genişler.
En yakın candan arkadaşı ve meslektaşı Aşağı Camii müezzini Molla Nureddin Efendiydi. (Bu zatı başka bir yazıya mevzubahis yapacağız.) Bir diğer meslek arkadaşı ise “Arus” köyü imamı Nureddin Efendiydi. Her iki Nureddin Hoca Efendinin haneleri ve kardeşlerinin haneleri Nur’un birer dershanesiydi.
Çevredeki bazı hoca efendiler, Fahreddin Hoca’dan farklı düşünürler, Ehl-i Sünnetten farklı görüşler savunurlardı. Fahreddin Hoca onlarla da iyi münasebetler kurar, onlara selam gönderir, onları dershaneye çağırır, onlara ikramda bulunur, tartışmalı konulara hiç girmez, böylelikle onların menfi fikir alanlarını daraltmış olurdu, Risale-i Nur’un aleyhinde bulunmalarını engellerdi.
Hoca Efendi, ilmini gizlerdi. Gören onu hoca bile sanmazdı. Hocalığını samimi bir ihlâsla icra ederdi. Kuranı, namazı, tesbihatı ne ketmeder ne de uzatırdı. İbadetin hakkını verir ama kimseyi usandırmazdı.
Onu asıl efsaneleştiren kitap okutma tekniğidir. Hınıs’ın her iki tarafı büyük derelerle ve kayalıklarla çevrilidir, Bu kayalar birbirine o kadar çok mesafelidir ki yanınızdan uçan kuşun karşıda nereye konduğunu fark edemezsiniz. Dereye, suyun kenarına inip sonra yukarı çıkmak yarım saatinizi alır. Kilometrelerce uzayan derelerin ve kayabaşlarının Risale-i Nur okunmayan yerlerine rastlayamazsınız. Fahreddin Hoca, bu kayabaşlarında, yanına aldığı gençlere saatlerce Risale-i Nur okuturdu. Okuttuğunu önce kendisi dinler, tefekkür eder, hayret eder ve açıklardı. Bu kayabaşlarında Şener Dilek Ağabey’in külliyatı hocama okuduğu söylenirdi. Yıldız Üniversitesi’nde Profesör Faris Kaya’nın, liseli yıllarda, bu kayabaşlarında bağıra bağıra Hocama Risale-i Nur okuduğu anlatılırdı. Bu kayaların dili olsa da neler duyduklarını anlatsalar o zaman belki de yeryüzünde en çok kitap okutan efsane hoca efendiyi tanımış oluruz.
Hınıs, yapı itibariyle tarihi bir özellik taşır. Bir zamanlar Bediüzzaman Said Nursi’nin de gelip uğradığı Dere Camii hala ziyarete açıktır. Bu camiin tam tepesinde meşhur Hınıs Kalesi yer alır. Kalenin bitişiği Bahçe Mahallesi’dir. Derenin beri tarafı Karakule Mahallesi’dir. Biraz ileride bir başka dere ve bir başka mahalle olan Sarılı Mahallesi vardır. Fahreddin Hoca’nın evinin bulunduğu mahalle burasıdır. Şehrin diğer yakasında ise Kilisederesi’nden Peyk’e kadar, etrafı yeşillik ve ağaçlık olan dere akmaktadır. Gezilip görülmeye değer bu derelerin ve tepelerin ortasında bulunan Hınıs’ın en çok nur talebesi yetiştiren efsane hocası Fahreddin Hocadır. Fahreddin Hoca Efendi, Anadolu’nun bu güzel köşesinde canlı harflerle destan yazmaya devam ediyor. Sadece adı geçen profesörler değil, Kayseri'deki Abdurranman Hoca gibi birçok hoca efendi ve birçok öğretmen onun ders verdiği ve manevi himmet ettiği nur talebeleridir. O bir hancı, biz de bir yolcu iken onun dershanesinde iki üç gece konaklamıştık. Bu birkaç günlük misafirlikte bile hatırlayabildiğim hayli talebesi vardı. Bunların çoğunun adını bile unuttum. Fesihler, Nevzatlar, İbrahimler, Ahmetler, Mehmetler Abdullahlar ve benzerleri genç talebeler iken Bayramlar, Cevdetler, Hüseyinler, Cemiller ise yaşça daha küçük talebelerdi. O, şahsını perde yapmadan, insanları Risale-i Nurla müşerref etmek için kitap okutma velayetine erişmiş bir zattır.
Hoca Efendi’nin en güzel hasletlerinden birisi de insana değer vermesidir. Yolda gördüğü bütün çocuklara ve gençlere değer verir, onların hal natırını sorar, “Gubani sen kimin çocuğusun?”diye sorar, onları tanır, eğer tanıdıkların çocukları ise babalarına selam söylerdi.
Muvazeneli ve hikmetli birisiydi. Toplumun her kesimini göz önünde bulundurur, ona göre davranır ve konuşur. Doğu’da toplumun sosyal sınıfları çoktur. Şeyhler, ağalar, aşiretler, köyler, beldeler ve resmi görevliler. Bunların hepsine yakın olmak, hepsiyle iyi geçinmek, her babayiğidin harcı değildir. Türkün, Kürdün, Alevinin, Lazın, Terekemenin bulunduğu bir toplumda dava adamı olmak, o davayı herkese sevdirmek kolay değildir. Hoca Efendi, her sınıf insana değer verir, çevredeki büyük zatlara hürmetini eksik etmez, herkese, herkesin lehine olan güzel şeyler anlatır. Gıybet yapmaz, iki yüzlülük bilmez. Yanında gıybet edilmesini istemez, edilirse hemen kitap okutur. İlçedeki yabancılarla tanışır, öğrencilerin, bekâr olan öğretmen ve memurların evlerine uğrar, onların hallerini sorar, onlara yardımcı olurdu.
Onun herkesçe takdir edilen en büyük vasfı ise cenaze, hasta ve benzeri ziyaretleridir. İlçedeki bütün cenaze evlerine uğrayarak başsağlığı diler. Gerekiyorsa bu uğrama işi birçok kez tekrarlanır. Cenaze evlerinde saatlerce, bazen günlerce bulunarak vaazu nasihat eder. Hastaların hemen ziyaretine gider, hasta iyileşene kadar uğrar, ona dua eder. Davet edildiği sünnetlere ve düğünlere uğramayı ihmal etmez. Hacca gidenleri ve hacdan gelenleri ziyaret eder. Kavga, geçimsizlik ve benzeri durumlarda yapıcı ziyaretlerde ve görüşmelerde bulunur.
Kars’tan, Karayazı’dan, Karaçoban’dan, Karaköprü’den, Varto’dan, Muş’tan, Bulanık’tan, Tekman’dan ve Erzurum’dan yakın dostları vardır. Bu dostlarını ihmal etmez. Gider, gelir; arar, sorar. Dost canlısı birisidir Hoca Efendi.
Gidip geldiği, oturup kalktığı yerlerdeki kendisi için kurulan sofralardan, kendisine yapılan ikramlardan hiç hoşlanmaz. Onun bu türlü külfetlerden rahatsız olduğunu herkes bilir. Eğer karnı açsa bir iki lokma alır ve kalkar. Bütün ömrü boyunca “Hocalar yemeği çok sever.” sözünü lisanı haliyle tekzip etmiştir. O, bir hocadır, hem de yemek yemeyen kırk kilo ağırlığında bir deri bir kemik kalan hoca Efendidir. Adeta ruh olmuş bir vücuda sahiptir. Bu yönüyle de o efsane bir kahramandır. Ona “Yaşamak için yiyor” demek bile mümkün değildir.O, potansiyel enerjisini kinetik enerjiye, onu da ışıklı nur enerjisine dönüştürmüş şeklen kara kuru ama manen imanlı, nurlu bir şahsiyettir

Hiç yorum yok: